Utangaç bir edayla sokuldu yanıma..

Kapının koluna dahi ulaşamayan kollarıyla boynuma dolanıp,’baba bana bayramlık alacak mısın?’ deyip, baygın gözleriyle benden alacağı cevabı bekledi.

Gözlerinin içine baktım.

Masumdu…

Sıkılgandı…

Bir o kadar da cilveliydi.

Henüz altı yaşlarındaydı.

Esmer tenindeki gamzeleri doyasıya seyretmenin keyfini çıkarayım derken, benden cevap alamamanın verdiği sitemle, boynuma kenetlediği kollarını gevşetti ve başını önüne eğerek kendi çocuk dünyasına geri döndü.

Üzmüştüm onu.

Çocuksu Hayalinde büyüttüğü koskoca bir bayram resmini paramparça etmiştim.

Ona karşı geliştirdiğim zulümle o benden kaçarken bir başıma kaldım ve ihtiraslarımız adına bayramlarını kararttığımız çocukların üzerime saldırdığı hissine kapıldım.

Her taraftan gelen çocuklar vardı ve çakmak çakmaktı göz bebekleri.

İncinen küçücük yürekleriyle, kendilerine zehir etiğimiz bayramların hesabını sorar gibiydiler.

Sarıydılar,esmerdiler..

Beyazdılar, karaydılar..

Müslüman, Hıristiyan, yezidi, alevi…

Kürt,Türk,fars ve ecnebiydiler..

Ama hepsi de çocuktular...

O çocukların, Yüksekova’da evleri, Cizre’de oyuncakları yakılmıştı.

O çocukların bu bayramda el öpecek kimseleri kalmamıştı.

Anaları, namus kavramı adına öldürülenler vardı.

Ellerinde kirli savaşta ölen ağabeylerinin, ablalarının resimlerini taşıyanlar vardı.

Bir kilo şeker dahi alamadan evine dönen babaları için ‘ne olur üzülme baba’ deyip gözyaşı akıtanlar vardı.

Beni boğarcasına üstüme saldıranlar sadece bunlar mıydı?

Elbette ki değil.

Nefesim daraldıkça, kirlenen ruhuma karabasanlar indiren Rojavalı çocuklar vardı.

Altı yaşındaki çocuk benden cevap alamadığı için boynunu bükerek gittiği bu bayram arifesinde, kolları, bacakları, kafaları koparılmış, sıska bedenleriyle darağaçlarında sallandırılan çocuklar vardı.

O an iflas etmiş bir ruh haliyle, Rojavalı babaları, anaları düşündüm.

Çocuğuna, bayramlık alıp alamayacağına dair bir seçeneği dahi yok.

Çünkü onların bu bayramda çocukları olmayacak.

Onların çocukları, bayrama dahi tahammül edemeyen münafıklar tarafından katledildiler.

Anlayacağınız bu bayramda da çocuklarımızın önüne yüzü kara, başı eğik gireceğiz.

Anaları namus cinayetine kurban giden çocukların olduğu bir dünyada, biz büyükler, bayramlık giyebilecek kadar pişkin isek,

Çocukların uzuvları koparılır iken, kıllarımızı boyayacak kadar arsız isek,

Çocuklar, bulvarlarda arabaların önüne atlayıp, bir simit parası alabilmek için, cam siler iken, o çocuklara kinimizi kusup uzaklaşırken,

Hangi bayram ya da bayramlar ruhumuzdaki kirlilikleri temizler?

Bayram namazında nasıl secdeye varırız?

Kirli ellerimizi, öpülmesi için o çocuklara nasıl uzatırız.

Nasıl, ihlâstan uzaklaşmış dudaklarımızla çocukların yanaklarını kirletiriz?

Riyakârız efendiler. Çocuklarımızın dahi bizlere güvenemeyeceği kadar riyakârız.

Yalancıyız hanımlar. bu çocukları sahiplenemediğimiz kadar yalancıyız.

Bu kirliliğe bulaşan yalnız ben değilim.

Bu kentte gördüğüm, elini sıktığım, masasına oturduğum, bayrağını taşıdığım tüm insanların da benim kadar kirli olduğunu düşünüyorum.

Gülümsemelerimiz dahi sahteleşmiş.

Söylemlerimiz dahi rahatsız ediyor bu çocukları.

Onların bir günahı yok.

Onlar bayram tadında yaşamak istiyor.

Bayram tadında büyüyebilmek onların hakkı..

Bundan ötesi yok.

‘Siz büyüklerin Bayramı kutlu olsun’ diyeceğim ama bu çocukları gördükçe ne dilim varıyor kelam etmeye ne de vicdanım el veriyor.

Yine de güzelliklerin çocuklarımızın bayram tadında yaşayabildiği bir dünyada olması dileğiyle ‘hoşçakalın’ diyorum.