Gülersen ağlarım, dedi. Boncuk boncuk ağlamaya başladı. Her bir gözyaşından dilek tutmayı denedi. Onlar kaydı, o umut etmekten vaz geçmedi. Zamanın susuz kalan kavruk topraklarını sulamaya yeltenir gibi, hava boşluğunda beliren gülümseme ve aydınlığın verdiği parıltı ile ertelemeyi denedi. Yarın tekrarı olur muydu bilmiyorum, bildiğim bir şey var boşunaydı tüm çarpışmalar. Çünkü mevsimin kendi içindeki kararsızlığı, ruhunun içindeki çöküntü diğer bir güne emanetti.

Maviydi bakışları huzurlu ve sakindi onca su birikintisini nasıl sığdırmıştı küçücük gözlerine? Bir şeylerin kırılmış lığı düşmüştü, dudağının uçuk bağlayan kıvrımlarına. Öfkesi toplumsal hikâyelereydi, yasaklı kitapların arasında düşen bir ayraç kadar mahcup, kayıtsız kalamayacak kadar da öfkeliydi. Esmer bir bulutun yakasından silkelediği sitem yükü kadar fark edilmiyordu. Vaktinden önce uyanan kış hikâyelerinin enkazlarından güçlü masallar dinlemeyi seviyordu. Kurtarılmayı bekliyordu, oysa en büyük kurtarıcının kendisinin olduğunu unutarak.

Aydınlığın sırlarını bulmuşta, bütün telaşı afişe sıralayacak kadar kısa süren tek heceye penceresini açmaktı. Açmayı denedi, bir günün diyetinin kendinden ibaret olmadığını anlaması kadardı sıralı fikirleri. Dinlenmenin verdiği rahatlık, ohh iyiyim diyebilecek anları toplamak istiyordu. Oysa o yürüyordu, ama o uzun yol hiç bitmiyordu. Bir şeylere geç kalmanın hüznü ile incittiği kalbine döndü; bilmeden kırdım diye bildi, oysa o bitmeyen kırgınlığıydı yüzünü hep döndüğü…