Türkiye’de sürdürülen politikanın ülkeyi getirdiği noktayı sanırım ““Kürt evine giremiyor, Türk evinden çıkamıyor” ifadeleri çok net anlatıyor. Çünkü ülkenin bir yarısında geçmişte “Düşük yoğunluk çatışma” olarak ifade edilen durum, tank ve topların şehirlere girmesiyle bir “savaş” haline geldi. Bunun yanında, AKP Hükümeti’nin Ortadoğu politikasıyla birlikte radikal unsurların çekim alanı geline gelen Türkiye’de Ankara ve İstanbul gibi metropollarde bombaların patlamasıyla neredeyse Bağdat ile yarışır hale geldik. Dolayısıyla eğri oturup doğru konuşmak lazım; çünkü insanlar Batı’da tedirgin, Doğu’da da hem tedirgin hem de öfkeli… Bununla birlikte her gün biraz daha toplumsal güven sarsılırken halklar arası barış ve kardeşlik de anlamsız hale geliyor. Yani umut da tehlike de…

Bunu anlamak için Ankara, İstanbul, Diyarbakır patlamalarının sonuçlarına; artık derbi maçların iptal edilmesi ve uluslar arası organizasyonların iptal edilmesine neden olan tehdidin boyutuna bakmamız yeterlidir. Bakın, dün Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) sokağa çıkma yasakları ve sivil kayıplara ilişkin raporunu açıkladı. TİHV raporuna göre 16 Ağustos 2015 ile 18 Mart 2016 tarihleri arasında 7 il ve 22 ilçede uygulanan sokağa çıkma yasağından 1 milyon 642 kişi etkilenmiş. Bu süreçte tam 310 sivil hayatını kaybetmiş ve bunlardan 72’si daha çocuk, 62’si kadın ve 29’u 60 yaşın üzerinde. Allah aşkına, bu çocukların ve yaşlı insanların katledilmesini “terörle mücadele” ile ilişkilendirebilir misiniz? Ciddi bir devlet, bunları dile getirenleri hedef göstermek yerine bunu bir araştırma gereği duyar. Gerçi malum, HDP ve CHP’nin terörün araştırılması için verdikleri tüm araştırma önergeleri AKP ve MHP tarafından reddedildi.

Newroz umuttur

Çatışmalarla her gün büyüyen karamsarlık bulutları iki gün önce Diyarbakır’da kutlanan Newroz ile yerini umuda bırakmaya başladı. Aslında burada “umut” derken, toplumun “Barış beklentisi”ni kastediyoruz. Çünkü şu aşamada Hükümet kanadı hâlâ “Temizleriz, bitiririz” söyleminde diretiyor. Ama hem bölgesel hem de ulusal dinamikler açısından bakıldığında bu politikanın sürdürülebilir olmadığı görülüyor. Dolayısıyla işler kontrolden çıkmadan bu yanlış politikadan bir dönüş yapmak gerekiyor. Yani son gelişmelere bakıldığında; AKP’nin Kürtleri karşısına alması, ona hem ülke içinde hem de bölgede kaybettirmekten başka işe yaramayacağı aşikardır. Buna bağlı olarak AKP’nin Kürtlerle rasyonel bir müzakere süreci ve uzun vadeli stratejik ittifak için neyi beklediğini açıkçası merak ediyorum.

Kürt siyasi güçlerinden ilk adımı atmasını beklediğini ifade etmek isterdim ama mesele maalesef ki bu değil. Çünkü zaten Kürt tarafı 2013 Newroz’undan bu yana AKP Hükümeti’ne çok net mesajlar veriyorlar. Çünkü barışın uzanıp elle tutulacak bir noktaya gelmesini sağlayan gelişmelerin yolunu açan 2013, 2014 ve 2015 Newroz’larında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın mesajları çok net. Öcalan tarihi 2013 Newroz’una gönderdiği mektubunda, "Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” derken 2014 Newroz’unda kalıcı bir barış için hukuksal bir zemine dikkat çekmişti. 28 Şubat 2015 Dolmabahçe mütabakatından sonra 2015 Newroz’unda ise on maddelik mütabakat çerçevesinde Hükümet’in atacağı adımlar doğrultusunda silah bırakmaya işaret etmişti. Dolayısıyla iki yıldan fazla süren barış sürecinde gerçekten bir ilerleme kaydedildi.

Kürtlerden müzakere çağrısı

Diyarbakır Newroz’larının politik süreçleri hızlandıran bir sıçrama tahtası görevi gördüğü gerçeğini kabul etmeliyiz. Bu realiteden dolayı bu Newroz’da da gözler Diyarbakır’da, kulaklar Newroz alanındaydı. Bahara, özgürlüğe, barışa açılan yeni bir dönem olarak görülen Newroz’un etkisiyle kamuoyuna yansıyan mesajlar da olumluydu. Buna bağlı olarak HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş “Daha fazla ısrar etmeyin. Gelin o barışı halklara armağan edelim. Türkün de Kürt’ün de anası ağlamasın artık. Son 3 Newroz’da halkı kucaklayan o duyguyu unutmadan kalıcı barış ve müzakere şartlarını hep birlikte oluşturalım.” sözleriyle açıkça barış ve müzakere çağrısında bulundu.

Aynı şekilde HDP milletvekili ve İmralı Heyeti’nden Sırrı Süreyya Önder de "Gerekli ciddiyetle yaklaşılırsa çatışmasızlık bir haftada sağlanabilir. Açın İmralı yolunu, müzakereler nerede kalmışsa oradan devam ederek bir haftada ülkemizin çehresini değiştirelim.” ifadelerini kullandı. Bu çağrıların dışında KCK Yürütme Konseyi üyesi Murat Karayılan ise “Dolmabahçe Anlaşması çerçevesinde müzakerelerin başlamasına, hareket olarak hazır olduğumuzu belirtiyoruz.” sözleriyle adeta bu çağrıları pekiştirdi.

Her gün çatışmalarla şehirlerimizi, bombalarla kentlerimizi kasıp kavuran bir ortamda “Allah aşkına, daha ne istiyorsunuz ve ne bekliyorsunuz?” diye sormak istiyorum. Artık Hükümet kanadı da tehdit dilini bırakıp makul bir uzlaşı zemini aramalıdır. Çünkü hiçbir şey insan yaşamından daha değerli değildir. Nice güzelliklerimizi ölümlere verdik zaten. Bu sebeple bu çatışmalar kontrolden çıkmadan, halklar arasında kin ve nefret tohumları baş vermeden, kentlerimizde ölümler olağanlaşmadan özgürlük, demokrasi, barış ve adalet temelinde bir dil geliştirerek biribirimize doğru bir adım atalım.