Birini hayatından veya yaşamdan uğurlamak ne kadar büyük bir acı. Uçurumlar tazelenir, yaşam tekrar tekrar sınar masumluğun bakışlarını. Çaresizim demek ne kadar büyük bir vicdan ağırlığı ve ne kadar kimsesizlik. Geride kimse kalmayacak ve kimseyi aratmayacak boşluklar olmayacak, bir sigara daha yakıyorum. Kelimelerim şiir olur ve dudak büker yazdığım her imlaya. Pencerenin ardında bir dünya var, dünyanın içinde milyon insan. Bu kadar büyük olan bir evrene neden bir avuç insan sığmıyor da taştığı yerde ceylanların küçük adımları silinir? Yüzünü yıkadığı sabahları çarmıha çivilenmiş ruhuydu. Yükselir gökyüzü duyulmaz isyanının sonsuz boşluğu.

Hışırtılar arasında saklarım adını, en iyi yaptığım şey seni kaybettikten sonra içimde saklı tuttuğum papatya kokusu. Çok vaktimiz var, bütün zamanları durdurmaya yetecek kadar ömrümüz. Ben susuyorum; içimde zindanlar çoğalıyor, hiçliğin şehrinde hiçlik oluyor çocuklar. Gelmeyecek adımların topuk sesleri, konuşulacak çok hikâyelerimiz var, belki bir masal daha uyanır birden çok öldürürüz birilerini. Bu kadar mı yabancıyız, bu kadar mı kimsesiz? Etrafımız bu kadar ceset kokarken, bu kadar ağıt yakılırken nasıl olur da hala sessizliğin deminde kavruluyoruz.

İyi ki diyemeyeceğim ve hiçbir zaman yeni yaşı olmayacak belki ve belki bir daha uçurtma olmayacak bir sevinç için rızası olmadan toprak eşeliyorum. Tebessüm fukarası bir toplum için; ne der korkusu ile sıkı sıkı sarmalıyorum hayallerini. Ne arasan var yeryüzünde, gökyüzünde ise yüreğinin asılı kalan çamaşır ipi. Hileli bir aşk oyunu kucaklar seni,  kıvılcımlar gibi ilk sönen sen olursun. Elleri kirli, yüreği sevilmemiş gölgeler büyür, senin adımların küçülür. Ölüm olur saçlarını süpürdüğün öğütlerin “lirik kaval sesi ile şiir başlar sen gelmezsin’’ (gelemezsin)...