Biz kışlarımız üşümesin diye üstünü örtüp baharlarımızı giydirdik. /Başka bir zamanın oluru var mıydı bilmiyorum/  Hep bir şeyler ile ters düştük. En gariban çağlarımızda erken büyütülmeyi ve hayat kavgasına yürümeyi öğrendik. Ne zamana susa bildik ne yitirdiklerimize gözyaşı dökebildik.

Katırlar arasında heybetli bir yürüyüşü vardı, bir de zamana yenilmeyen çocukluğu. Bu kaçınca veda ve gidemeyişinin ağrısı var soluğumda. Heybende unuttuğun ‘‘ masmavi göğün karanlığın da’’ ben kayboluyorum sen ise ardımda kalıyorsun.

İzbe, yetim bir gece oluyorum ve sen tüm yorgunluğunla bana çarpıyorsun. Ben kırılıyorum sen doğmamış çocukluğunla yalnız kalıyorsun. Ömrünü tamamlayamamış yıldızın patlarken, bağnaz bir korku alev alıyor ve yine sen tarihin yaprakların da asılı kalıyorsun.

Otuz dört oluyorsun; bir ağız dolusu ömür oluyor ve ben kendimi yanmayan bir dağın alevinde görüyorum.Dilde ağırlaşan beden nasıl da toprak ile bütünleşen hücre olur?Ağır bir duvak örtülür ve sen adımlarınla sabahın körkütük gözlerinde devleşen Roboski oluyorsun…