Pişo. Pişo Miheme. Duymuşsunuzdur. Kedi gibi bir adam. O yüzden Pişo demişler ya. Hangi karanlık köşeden ne zaman çıkacağı belli değil. Bir bakmışsınız bir kuytuya sinmiş, bir bakmışsınız gecenin zifiri karanlığında el yordamıyla kedi gibi ilerliyor.

Pişo Xençepekli. Siz “e”yi “a” yapıp Xançepek de diyebilirsiniz. Xençepek Diyarbakır’da bir semtin adı. Diyarbekir sadece surları, kervansarayları ve isyanlarıyla değil, delileri, velileri, kabadayıları ve Qırıxları ile de meşhur bir yerdir. Qırıxların membaı ise namlı Xançepek semtidir. Bu Semt belalıdır. Kesik tir, atak ve şerrud’dur. Pişo’nun burada “kırıkayağı” çoktur.

“Xençepekliyim” dedin miydi, karşındaki anında hem mesajı alır hem yüzüne bakmadan yol alır. Vurur gider, neme lazım, deyip; belaya bulaşmayım diye. Kırık da karşısındaki da bu raconu bilir. Kabadayı’nın, saati, kösteki vardır; şalvarı, işliği de cabası. Qırığın ise yumurta topuk iskarpini omzunda hiç düşmeyen ceketi… Bu hali ile sanki bir başka gezegenden caddeye aniden düşmüş gibidir. Halbuki başka bir gezegenden değil düpe düz Xençepek’ten buraya yeni gelmiştir.

Qırıx, kırılmış kişidir. Kimseler onu düzeltmediğinden kırgınlığını kırıklığa dönüştürerek yürüyüp gider. Yaşadığı toplum “ötekidir”. Qırıx öteki değil, “ötekinin ötekisi”dir. Topluma, insana, düzene kırgın ve yabancıdır. Şehrine asla. O yüzden yaşadığı yeri ve mekânı asla terk etmez. Yaşamı ile yaşadığı şehre renk katar.

Pişo da Diyarbekir’in kadim, namı diğer Gavur Mahallesi olan Xançepek’in vazgeçilmez Qırıx’ıdır. Burada Ermeni, Süryani gibi gayri Müslim Hristiyan gruplar yaşar; ondan mütevellit Gavur Mahlesi denmiştir. İşte bizim Pişo bu mehlenin has kırığıdır. Xançepek Pişo’yu, Pişo Xançepek’i yansıtır. Çünkü kırık tarihsel ve toplumsal olarak yaşadığı coğrafyanın karakter insanıdır. Pişo da yaşamı, yiyişi, yürüyüşü ve racon kesişi ile bu karakterlerden biridir.

Ama her qırıx gibi Pişo da bir düzensizlik insanıdır, sistemle barışık değildir; bu yüzden o sistemi, sistem de onu sevmez. Düzeni reddeder, başıbozukluğu sever. Tarzı gereği hiçbir işe bakmaz, zulada yaşar. Disipline uymaz; uzun hesap yapmaz, günlük yaşar, geleceğe dair hiçbir projesi yoktur. Okumuşluğu da yoktur. Sekiz yaşında başladığı küçelerden on dördünde mezun olmuştur. Qırıx’ın şahsında tüm resmî kimlikler hükümsüzdür.

Bahse konu bizim Pişo ikindiye doğru uyandı. Geceden kalmaydı. Dün gece içtiği beş şişe şarabın etkisinden kurtulamamıştı hala. Önce serçe ürkekliği ile şöyle bir başını dikeldi, etrafı seyreyledi. Sonra her yanı sağılmış şiltesinden doğruldu, davrandıkça toz toprak kopuyordu yataktan. Yorgansız şiltenin içinde kedi gibi gerindi, sonra kalkıp giyinmeye başladı. Ceketi omzuna atıp çıktı. Diyarbakır’ın yaz sıcağında bile ceketi omzundan eksik olmazdı. Omzundaki ceket “emanet” dediği satoru/satırı kamufle etmek içindi. Usta bir satorcu olan Pişo için “emanet” dediği satoru her şeyiydi. Satoru beline soktuktan sonra yeri sağlam mı diye yokladı, güveni yerine geldi, Dağ kapıya doğru yollandı. İki sağ bir sol vurarak kendine has yürümeye başladı.

Pişo’yu başkalarından ayıran yampiri yürüyüşü ve kambur duruşuydu. Normalde insan sokakta, caddede yürürken düz ve teke teke yürür, Pişo ise bir omzu eğik seke seke yürürdü. Dağ kapıya yönelmesinin sebebi aç olan karnını doyurmaktı. Burada şehrin en iyi ciğercileri bulunurdu. Yolda rastladığı Alipaşalı Çeko ve Dağkapılı Ezo’ya xefiften eğilip selam verdi. Sağ elini sol göğsüne koyup “Nasılsan biremin” diyerek onlara kırıx dayanışması gösterdi. Gelip Dağkapıdaki Xaçort’lu Mıho’nun el arabasındaki ciğer tezgahının önünde durdu.

Mıho geleni selamladı, Pişo geçip kürsüye kuruldu. “Donat sofrayı” dedi. Mesajı alan Mıho derhal harekete geçti. Ciğer dezgehi bir anda bağ bostan oldu. Pişo önce mangalda birkaç şiş acılı ciğer kebabını götürdü, arkasından demli kaçak çayını fırtladı, daha sonra da hemen yan caddedeki meşhur kadayıfçı Saim ustaya atladı. İşlem tamamdı.

İlerleyen saatlerde Dağ kapı Sur içinde bekleyen faytonlardan birine atlayıp vırıxlara hava atarak Xençepek’in yolunu tutacaktı. Orda bir “dostu” vardı, ama bu gece uğramayacaktı. Bu gece için o biçim planları vardı. Şarabı bitmiş, “melzemeli cıgarası” da tükenmek üzereydi.

Tam o esnada qırıxlıxa henüz aday olan iki vırıx geçti ordan. Biri Pişo’yu tanıdı. Dönüp dönüp baktı. Diğeri sorunca, “tanımadın mı biremin, Pişo’yu?” Diğeri gözlerini pörtleyince, beriki, “O gün gördüm, iki kişinin üzerine yürüdü; bir görecağtın namusuma, satori duvara vurur vurmaz ateş almaya başladı. Bile sator görmedim, adami qıtır qıtır edi.”

Tam lafı salmıştı ki beriki onu dürterek karşıdan gelen kızı gösterdi “bak hele, davam geli” dedi. Davam dediği sevdiği kızdı. Uğruna yapamayacağı şey yoktu. Arkadaşı “bari xeberi var mıdır senden?” diye sordu. Qırıx adayı Vırıx “ben senin kardaşınam, hiç çaktırır mıyam?” diye cevapladı onu. Qırıx “davam” dediği aşkı uğruna vurur vurulur ama asla çaktırmazdı. Bir gören olursa “utanıram, kırılıram” derdi. Bir keresinde Pişo, Zıbıl Aydo’ya bu yüzden çok kızmişti; “Seni yenge ile Alipaşada yürürken gördüm” dediği için.

Pişo iki vırıxın konuşmalarına kulak misafiri olmuştu. Aşka dair konuşmaların bir kısmını duyan Pişo’yu bir efkâr bastı. Canı acayip şarap çekti. Elini cebine attı, cep delik cepken delikti. Anlayacağınız bu akşam kesikti Pişo. Bir Xençepek kırığı olarak hem kesik, hem xençerli bir yan kesici, icabında yol kesip haraç alan bir kabadayıydı. O yüzden kimse ona bulaşmak istemezdi. Yapıştı mı ripa reş kesilirdi. Şarabı tükenmeye görsün kafası bulanır morali bozulurdu.

Her dem koltukaltında olan şarap şişesi ile dost olmuştu; bi şaraba bi yola vurur giderdi. Bazen de bir yol kenarına diktiği şişeye xençeri eşlik ederdi. Bunun manası, “haraç vermeden kimse buradan geçemez” demekti. Belasına bulaşacak birini bekler, yolunu bulurdu. Hem şarap hem cıgara parası çıkardı o zaman.

İşte günlerden o gündü. Vakitlerden bir akşam vakti. Nihayetinde karnı doymuş, çayını içmiş, kadayıfı yuvarlamıştı. Karanlık aydınlığı kovmak üzereydi. Pişo kesikti, kararını verdi, yolunu bulmak için bir yol kesecekti.

Şimdi indi faytondan. Gelip oturdu Xençepekin dar bir küçesine. Mehlenin bütün yolları buraya çıkıyordu. Her dem araziye uyan Pişo, o yüzden stratejik bir yer seçmişti. Şarabını koydu bir yana, hüzünlü hüzünlü baktı şişeye, dibi görünmek üzereydi. Diğer yanına da o çok sevdiği satorunu koydu. Ayan beyan. Yanına da ne olur ne olmaz hançerini serdi. Bir yandan sator şavkıyor, öbür yanda xençer parlıyordu. Çifte dikiş yapmış, sağlama almıştı işi
ne olur ne olmaz diye. Yolacağı adama gel gel ediyordu adeta. Bir de iki duvar arasına beyaz tebeşirle bir çığız çizmişti. Kimse bu çığızı/çizgiyi bac/haraç vermeden geçemezdi. Bu çizgi o manaya geliyordu kırık literatüründe. Teşebbüs edenin vay haline.

Derken bir karaltı belirdi. Küçenin başından vurmuş geliyordu bir adam. Omzunda paltosu, saati kösteki o biçimdi adamın, zinciri sallanıyordu göbeğinde. Ayakkabısının topuğuna basmış Pişoya doğru şalvarını şişire şişire tak… tak… tak… geliyordu. Adam yaklaştıkça baktı ki biri oturmuş yolun başına Deli Dumrul gibi. Hayra alamet değil bu oturuş dedi içinden. Yürümeye devam etti .. tak.. tak… tak… gelip çizginin önünde, Pişo’nun üstünde durdu. Halden anlayan adam şaşırdı. Lakin vırıx’ın küçede, qırıx’ın mehlede, kabadayının ise şeherde hükmü geçerdi.

Pişo başını kaldırıp tepesinde dikilen adama baktı.. O da ne? Adam Diyarbekir’in namlı kabadayılarından Zaza Hiko olmasın mı? Zaza da Pişo’yu tanıdı, maksadını anladı. “Pişo oğlım bize de mi?” diye sordu. Pişo bir Zaza Hiko’ya bir çizgiye baktı. Tebeşirle çizdiği çizgiyi bir yerinden elleri ile sildi. Yolu açtı, Zaza Hiko’ya dönüp, “Saan yok Zaza abi. Sen geçebilirsin” dedi. Zaza açılan yerden geçip getti. Tak… tak.., tak…

Zaza gittikten sonra sildiği yeri tekrar tebeşirle çizdi. Zaten tebeşirle tek ilişkisi buydu. Neyse ki; bir namlı kabadayıya toslamaktan son anda kazasız belasız kurtulan Pişo, yeni bir kewaşe beklemeye başladı…

İşte böyle sürüp gitti.
Qırıxın öyküsü burada bitmez.
O anlatılması güç, türkü tadında bir uzun havadır…

Editör: TE Bilisim