AKP’ye sırtını dönmüş olan Kürt seçmen, iktidar namzeti Millet İttifakı’na CHP’nin çekingen, İYİ Parti’nin milliyetçi tavrı ve HDP’ye olan mesafeleri nedeniyle kuşkuyla yaklaşıyor.

Fakat Kılıçdaroğlu’ndan sonra partideki en etkili isim olarak gösterilen CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı’nın başkanlığındaki bir heyetin 8 Haziran’da Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’e gitmesi, CHP’nin Kürt meselesinin çözümüne yönelik iradesinin en açık beyanı olarak görüldü.

Peki sahiden öyle mi? CHP heyeti neden Kürdistan’a gitti? CHP’nin Kürtlerin kuşkularını giderebilecek somut vaatleri var mı? Cumhurbaşkanı adayı nasıl belirlenecek? CHP’nin gönlünden geçen aday kim? CHP’nin Kürt politikasının belirlendiği Doğu Masası’nın da başında bulunan Oğuz Kaan Salıcı anlatıyor…CHP’li Oğuz Kaan Salıcı, İrfan Aktan’ın sorularını yanıtladı.

ORTADOĞU BARIŞ VE İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI FİKRİ

Kürt meselesi başta olmak üzere kritik sorunlarla ilgili adım atarken epey mütereddit davrandığı için Kürtlerden de eleştiri alan CHP’nin 8 Eylül’de Kürdistan’a bir heyet göndermesi, Erbil’de Mesud Barzani’yle görüşmesi şaşırtıcı geldi. Ne oldu da böylesi bir cesaretli adım attınız? Ne amaçlıyorsunuz?

Ülkemizin de içinde bulunduğu bölgede terör, iç savaşlar, sığınmacı problemi, nüfus hareketleri var. Halepçe katliamından bu yana Irak’ın yakın ve uzak geçmişini hatırlayın. Acılı olaylar kimi zaman azaldı ama hiçbir zaman bitmedi. Bölgemizdeki istikrar sadece Türkiye’de istikrarın sağlanmasıyla gerçekleşmeyecek. Bölgedeki dört ülke bir araya geldiğinde, sorunlarını kendi inisiyatifleriyle konuşabildiklerinde, bölgeye istikrar getirecek adımlar attıklarında demokratik değerler daha ön plana çıkacaktır. Böylece toplumsal barış ve huzur imkânı artacaktır. Ekonomik açıdan zenginleşme veya var olan zenginliğin tabana yayılması ancak o zaman söz konusu olacaktır. CHP’nin 37. Olağan Kurultayı’nda oy birliğiyle kabul edilen İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde dört ülkenin istikrarı için Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı kurulması fikrini öne sürmüştük. Bizim Erbil ziyaretimiz de, bölgedeki istikrarın sağlanması gerektiğine dair değerlendirmemiz kapsamında oldu.

Peki Bağdat yerine Kürdistan bölgesine gitmeniz, Kürt sorununun çözümü konusundaki bir adım hazırlığına mı işaret?

Bağdat’a da gideceğiz. Ama önümüzdeki ay Irak’ta seçimler var. Dolayısıyla oraya bir hükümet kurulmadan gitmemiz anlamlı olmazdı. Mayıs 2013’te dönemin CHP Genel Başkan Yardımcıları Faruk Loğoğlu ve Osman Korutürk’ün de içinde bulunduğu bir heyetimiz Bağdat’a gitmişti. Mısır’a da heyet gönderdik. Suriye’ye heyet göndermemiz ağza alınmayacak eleştirilerle karşılanmıştı. CHP’nin bölgeye yönelik ilgisi, istikrar ve barışın sağlanması için var ve bu ilgi yeni değil.

Bu tür ziyaretlerle bölgedeki derin çatışmaların, tarihsel ayrışmaların giderilebileceğine inanıyor musunuz?

Hayal dünyasında yaşamıyoruz. Bu nedenle bölgeye ziyaretlerimiz artacak. Belki iktidarlar değişecek, belki siyasi iklim yumuşayacak ama hedeflediğimiz geleceğe adım atılabilmesi için Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı fikrimizin paylaşılması, tartışılması, konuşulması gerektiğine inanıyoruz. Şu anki temaslarımızın kapsamını da bu fikir oluşturuyor.

‘ERBİL ZİYARETİMİZİ TÜRKİYE’DEKİ SEÇİM ATMOSFERİNE BAĞLAMAK HAKSIZLIK OLUR’

Erbil ziyaretinizin, anamuhalefet partisinden ziyade iktidarı devralmaya hazırlanan bir partinin diplomatik teması olarak değerlendirmesine ne diyorsunuz?

Teorik olarak 2023’te ama bizim tahminimize ve isteğimize göre daha öncesinde bir seçim var. Ama Erbil ziyaretimizi Türkiye’deki seçim atmosferine bağlamak, bu adımı bu kadar dar görmek haksızlık olur. Biz bu adımı küçültmek değil, diğer ülkeleri de katarak büyütme taraftarıyız.

CHP’yi müstakbel iktidar olarak kabul edip bölgedeki diplomatik faaliyetlerini de bu çerçevede değerlendirmek sizin açınızdan meseleyi büyütmek değil midir?

Buna bir itirazım yok ama Kürt seçmeni hesaplayarak bu adımları attığımıza dair değerlendirmeyle CHP’nin perspektifi örtüşmüyor. Belli bir seçmeni hesaplayarak çeşitli girişimlerde bulunmak bizim değil, AKP’nin perspektifi. AKP hep bunu yaptı. Parti hesaplarına girdiğimizde, bölgedeki insanlarımızın huzur içinde yaşama arzusunu kullanmış, suiistimal etmiş oluruz.

‘BU ERBİL’E İLK ZİYARETİMİZ, AMA SON OLMAYACAK’

Yani Kürt meselesine parti çıkarları yerine ülke çıkarları nazarından mı bakıyorsunuz?

Aynen öyle! Parti çıkarını öne koyuyorsanız, seçim kazanmak için yapmayacağınız şey yoktur. AKP bunun çok ileri örneklerini verdi. 31 Mart yerel seçimlerinde İstanbul’u kazandık, sindiremediler. Bir gerekçe bulamayınca da yargı eliyle seçimi iptal ettiler. 23 Haziran seçime gidiyoruz; Tayyip Erdoğan geldi İstanbul’a ve dedi ki, “Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı? Mesele bu.” AKP kadar dış politika meselelerini iç politikaya indirgeyip kullanan başka bir iktidar olmadı. AKP Genel Başkanı seçim mitinglerinde başka ülkelerin devlet başkanlarını yuhalattı veya bunları günlük siyasetin bir parçası haline getirdi. Dış politikanın kurumsal, diplomatlar eliyle, siyasi karar mekanizmalarının kontrolünde yürütülmesi gerekiyor.

Sonuç itibariyle, görüşmenin içeriğinden bağımsız olarak Barzani’yle yaptığınız görüşmeyle Türkiyeli Kürtlere bir mesaj vermeyi hedeflediniz mi?

İlk ziyaretimizi İran’a yapsaydık bunu konuşur muyduk?

Eğer Tahran yerine Mahabad’a gitseydiniz, evet.

Hayır, zaten bizim bu süreçteki muhataplarımız, Birleşmiş Milletler’e üye olan ülkeler. Mesud Barzani’yle, KDP’yle, KYB’yle, Goran Hareketi’yle, Türkmen Cephesi’yle, oradaki bütün farklı kesimlerle görüştük. Görüşmelerimi parlamento seviyesinde, bölgesel yönetim seviyesinde, siyasi partiler seviyesinde ayrı ayrı gerçekleştirdik. Dolayısıyla bölgeye kapsayıcı bir perspektiften baktık. O yüzden de yaptığımız temasları sadece Barzani’yle, sadece KDP’yle, sadece Türkmen Cephesi’yle, KYB’yle filan sınırlı görmemek, böyle değerlendirmemek gerekiyor. Bu ilk ziyaretimize yönelik farklı değerlendirmeleri anlıyoruz. Ama bu Erbil’e ilk ziyaretimiz ama son olmayacak. Kürt sorununun çözümü dâhil, bölgeye istikrar gelene kadar bu tür çabaların sürdürülmesi gerekiyor.

‘KÜRTLERİN YAŞADIĞI BÖLGEDE AYRI, DİĞER BÖLGELERDE AYRI DİL KULLANMIYORUZ’

Kürt seçmenin AKP’den umudu yok ama CHP’ye de şüpheyle yaklaşıyorlar. Bölgede AKP eriyor ama CHP de ciddi bir gelişim göstermiyor. Siz Kürtlerin size dair şüphelerini giderebileceğinizi düşünüyor musunuz?

24 ili kapsayan bir Doğu Masası kurduk. Bunların içinde Erzurum, Kahramanmaraş ve Gaziantep de var. Bu illerdeki örgütlülüğümüz düşük veya yeterli seviyede değil. Maalesef yüzde 2-3 oy aldığımız iller var ve bunu değiştirmek, örgütlülüğümüzü artırmak istiyoruz. Partinin zayıf olduğu bu alanı doldurmamız, güçlendirmemiz lazım. Ayrıca Doğu Masası kapsamında olmayan, milletvekili çıkaramadığımız, oyumuzun düşük olduğu aralarında Isparta’nın, Gümüşhane’nin, Rize’nin, Bayburt’un Aksaray’ın da olduğu 7 il daha var. Oralarda da bir çalışma yürüyor. İstanbul, dünyadaki en büyük Kürt şehri. İstanbul’da da çalışma yürütüyoruz. Fakat Kürtlerin yaşadığı bölgelerde ayrı, diğer bölgelerde ayrı bir dil kullanmıyoruz. Genel olarak örgütsel zayıflığımızın olduğu bölgelere özel bir yönelişimiz var.

Bölgedeki örgütsel zayıflığınız, Kürt sorunu konusunda beklenen çözüm dilini geliştirememiş olmanız yatmıyor mu?

Olabilir.

‘KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK BİZE NASİP OLACAK’

Peki bu dili kurmak, vaatlerinizi somutlaştırmak için herhangi bir çalışma yürütüyor musunuz?

Şu anda bununla ilgili önümüzdeki günlerde açıklanacak bir çalışmamız yok. Ama Kürt seçmenle daha fazla bağ kurmamızı sağlayacak, partimizin örgütsel kapasitesini artıracak faaliyetlere ağırlık veriyoruz. Ayrıca Kürt meselesi konusunda en çok düşünmüş ve yazmış siyasi gelenek biziz. Tekraren söylüyorum, “bir seçim atmosferine giriyoruz, Kürtlerin gönlünü çelelim, sonrasına Allah kerim” gibi bir yaklaşımda değiliz. Ortada bir Kürt meselesi var ve bunun çözülmesi gerekiyor. Bu sorunun çözümü konusunda şimdiye kadar muhtelif girişimler oldu, ama sonuç alınamadı. CHP iktidarında, Türkiye’nin genelinin de kabulünü sağlayacak bir yöntemle Kürt sorununu çözmek bize nasip olacak.

İki hafta önce AKP Grup Başkanı Naci Bostancı’yla Kürt sorunu konusunda konuştuğumuzda CHP’yi kastederek, “meseleye ilişkin onlar ne söylüyorlar, bir yaklaşımları var mı? Benim gördüğüm kadarıyla orada da hiçbir şey yok” demişti. Kürt sorununun çözümü konusunda nasıl bir perspektifiniz var?

Üniter yapı içinde, demokratik mekanizmalarla, parlamento zemininde bu sorunu çözmeliyiz. Kürt meselesi sadece Kürtlerin meselesi değil, Türkiye’nin meselesidir. Bu Edirne’de oturan vatandaşın da sorunu, Iğdır veya Hakkâri’deki vatandaşın da. Metropollerin de sorunu, taşranın da. Madem bu mesele tüm ülkenin sorunu, o zaman açık, şeffaf bir biçimde, parlamento zemininde tartışılarak çözülmeli. Parlamentoya girmiş olan bütün siyasi partilerin bu görüşmelere davet edilmesi gerekiyor. Önümüzde 12 Eylül’ün yarattığı hilkat garibesi bir yüzde 10 barajı var. O baraj nedeniyle parlamentoya girememiş ama yüzde 2, 3, 7 oy almış partilerin de, sivil toplum örgütlerinin de bu sürece dâhil edilmesi ve Kürt sorununun böylesi yaygın bir katılımla çözülmesi lazım. Çözüm sürecinde biz bu meselenin şeffaflıkla, TBMM zemininde çözülmesi gerektiğini söylediğimizde bizi eleştirenler oluyordu. Fakat şu anda herkes o noktaya geldi.

‘ÇÖZÜM SÜRECİNDEKİ ÖNERİLERİMİZİN ARKASINDAYIZ’

Çözüm sürecinde Toplumsal Mutabakat Komisyonu, Ortak Akıl Heyeti, Gerçekleri Araştırma Komisyonu gibi mekanizmaların kurulması ve Kürt sorununun çeşitli boyutlarının çözülmesi için TBMM’ye sunduğunuz öneriler vardı. O günlük önerilerinizin arkasında mısınız?

Çözüm sürecinde hazırladığımız 22 Soru 22 Cevap başlıklı bir metnimiz var ve bu metin partimizin politik metnine dönüşmüş durumda. Biz o önerilerimizin arkasındayız. Oradaki önerilerimizin büyük bir kısmını yasa teklifi haline getirdik. Fakat bunlar AKP’nin engellemesiyle yasaya dönüşmedi veya yasa sıralamasında ön plana alınmadı. SHP’nin 1989 yılındaki Kürt raporundan beri CHP’nin soruna dair tespit ve çözüm önerileri tartışılagelmiştir. Biz bu meselenin çözümüne kafa yoran bir siyasi partiyiz. Çözüm sürecinde ortaya koyduğumuz metni aşacak bir metin çıkar mı, çıkabilir. Ama şu aşamada, söz konusu metne sadığız.

Sırrı Süreyya Önder, kendisiyle yaptığımız söyleşide “iktidar gidecek ama gelecek olan da kör bıçağıyla bekliyor” diyerek sizin de çok çözümcü olmadığınızı veya Kürtlerin şüphelerini giderecek noktada bulunmadığınızı söylüyordu. Az önce anlattıklarınız, Kürtlerin şüphelerini gidermeye yeter mi?

Sırrı Süreyya Önder benim hemşehrim, yaptığınız mülakatı da okumuştum. Evet, geçmişte çok acılar çekildiği için insanların vaatlere şüpheyle, mesafeyle yaklaşması doğal. Ama umut dolu olmak, bardağın dolu tarafından bakmak lazım. Maalesef çok ıskalanan bir şey var: Çözüm süreci daha başlar başlamaz, Genel Başkanımız bir açıklama yaptı ve “Kürt meselesinin çözülmesini istiyoruz. Siyasi hayatıma mal olacağını bilsem dahi, iktidara kredi veriyoruz, çözün bu sorunu” dedi.CHP’li Salıcı, “Sırrı Süreyya Önder’i anlıyorum ama dile getirdiği şüphe bizim için geçerli değil” dedi.

‘SIRRI SÜREYYA ÖNDER’İN DİLE GETİRDİĞİ ŞÜPHE BİZİM İÇİN GEÇERLİ DEĞİL’

Evet, Kılıçdaroğlu bunu 6 Ocak 2013 tarihinde söylemişti.

Peki Erdoğan’ın yanıtı ne olmuştu?

“Kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede! Sen nereye kredi vereceksin, sen krediye muhtaçsın. Hangi krediyi vereceksin!”

Evet, tam olarak böyle söylemişti. Kürt meselesi gibi tarihsel arkaplanı olan bir meseleyi çözmeye girişeceksiniz, anamuhalefet partisi size kredi açıyor ve siz bunu elinizin tersiyle itiyorsunuz! Meseleyi çözmek isteyen bir iktidar için CHP’nin o kredisi bulunmaz bir nimetti. “Gelin, sizi de bu sürecin içine dâhil edelim, memleketin bu sorununu beraberce, el ele vererek çözelim” demesi gerekmez miydi iktidarın? Fakat işi bir siyasi partinin çıkarlarına indirgedikleri için, partimizin bu kredisini reddettiler. Buna rağmen günün sonunda, topluma sanki AKP Kürt sorununu çözmek istedi, CHP de bunun karşısında durdu gibi bir algıyı hakim kıldılar. Oysa bizim o dönemde sürecin şeffaflaştırılması, TBMM zemininde tartışılması, ortak bir mutabakata varılması gibi önerilerimiz, bunlar yapılmadığı için yaptığımız eleştiriler haklı çıktı ve süreç akamete uğradı. O günlerde “süreç parlamento zeminine taşınsın” önerimize tepki gösteren bir çok siyasi parti ise bugün bizim o gün durduğumuz noktaya geldi. Bizim eleştirilerimiz süreci bozmak, ilerlemesini engellemek için değil, sürecin başarıya ulaşması içindi. Buna dair şüphesi olan varsa, o dönem yayınladığımız 22 Soru 22 Cevap metnimize baksınlar lütfen. 
Sırrı Süreyya Önder’i anlıyorum ama dile getirdiği şüphe bizim için geçerli değil. Çünkü Kürt sorununun çözümüne dair bakışımız halisane.

‘İKTİDAR OLDUKTAN SONRA KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN MUTABAKATA VARMAYA ÇALIŞACAĞIZ’

İttifak içinde olduğunuz İYİ Parti, MHP’nin seküler versiyonu olarak görülüyor. MHP ideolojik olarak AKP’yi nasıl domine ediyorsa, İYİ Parti’nin de sizi domine ettiği veya olası iktidarınızda politikalarınızı belirleyeceği söyleniyor. Diyelim ki iktidar oldunuz ve Kürt sorununun çözümü konusunda bir adım atmak istediniz. Ortağınız İYİ Parti bunu reddettiğinde ne yapacaksınız?

Biz diyoruz ki, parlamentodaki bütün siyasi partilerle bu işi çözmeye girişelim. Elbette öncelikle bunun Millet İttifakı içinde yer alan partiler arasında konuşulması gerekiyor. Millet İttifakı’nın siyaset kurma yöntemleriyle Cumhur İttifakı’nınki farklı.

Nasıl?

Devlet Bahçeli bir şey söylediğinde, Tayyip Erdoğan, kafasına yatmasa bile, AKP tabanında tepki oluşsa bile, “tamam, yapalım” diyor. Aynı şekilde Erdoğan bir şey söylediğinde, Bahçeli’nin kafasına yatmasa bile, MHP tabanında tepki oluşsa bile, “tamam, öyle yapalım” diyor. Millet İttifakı’nda ise biz CHP olarak kendi politikalarımızı kendimiz belirliyoruz, İYİ Parti kendi politikalarını kendisi belirliyor, Saadet Partisi ve Demokrat Parti hakeza. Bizim Saadet Partisi’ni CHP’lileştirmeye çalışmak gibi bir çabamız yok, Saadet Partisi’nin de CHP’yi kendi çizgisine çekmek gibi bir çabası yok. Biz ittifaktaki partilerin iç siyasetlerine saygı duyuyoruz. Parlamentoda görürsünüz, bazen CHP’nin verdiği önergeye İYİ Parti “evet” oyu vermez. Bazen tersi olur ve biz bunu garipsemiyoruz. İttifakı oluşturan partilerin temel mutabakatı, güçlendirilmiş parlamenter sistemi oluşturmak. Bu mutabakata yarın başka siyasi partiler de dâhil olabilirler. Bunanla ilgili de bir kıskançlığımız veya dar bakışımız yok.

Peki iktidar olduktan sonra bu süreç nasıl olacak?

İktidar olduktan sonra, farklı partilerin yaptığı çalışmaları oturup konuşur ve Kürt sorununun çözümü için bir mutabakata varmaya çalışacağız. Zaten Kürt sorununun çözümü konusundaki perspektifimiz, bütün siyasi partilerin sürece katılımını sağlamak yönünde. Siyasi partilerin belli sorunların çözümü konusunda ortak nokta aramasından, mutabakat sağlamaya çalışmasından daha doğal bir şey olamaz. Kürt meselesi dışında, Türkiye’nin diğer önemli meselelerinin çözümünde de mutabakat sağlanmalı ki, çözüm kalıcı olsun.

‘GÖNLÜMÜZDEN GEÇEN, KILIÇDAROĞLU’NUN CUMHURBAŞKANI OLMASI’

Kürt meselesi dâhil, ülkedeki temel meselelerin kaynağında merkeziyetçi yönetim anlayışı yatıyor. Kemal Kılıçdaroğlu çeşitli defalar AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı olumlamış, yerel yönetimlerin özerk olması gerektiğini ifade etmişti. AKP, iktidarının ilk günlerinde, 2003 yılında “Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı” hazırlamış ve o dönem görece ademimerkeziyetçi bir yaklaşım sergilemişti. Fakat iktidarını sağlamlaştırdıkça merkeziyetçileşti ve giderek tamamen otoriter, katı merkeziyetçi bir noktaya geldi. İktidara geldiğinizde Ankara’daki merkezi gücü yerelle paylaşacak mısınız?

Özgürlük-güvenlik dengesinde güvenliği öncelikli hale getirirseniz, o zaman herşeyi Ankara’dan belirlemeye çalışırsınız. Hiçbirimiz Türkiye’nin güvenlik sorunu yaşamasını istemeyiz. Ama işin özgürlük tarafını ıskaladığınızda, şu an olduğu gibi, güvenlik siyasetine hapsolursunuz. Özgürlük-güvenlik dengesini kurduğunuzda hem ülkedeki demokratik kültürü geliştirirsiniz, hem meselelere daha özgüvenle yaklaşırsınız, hem de yerelin bazı kararlarda daha fazla inisiyatif sahibi olduğu bir ortam yaşarsınız. Bakın, yargının bağımsız olmadığı, medyanın büyük oranda iktidarın kontrolünde tutulduğu, siyasi parti liderlerinin hapiste olduğu bir dönem yaşıyoruz. Siyasi davalar nedeniyle insanlar hapis yatıyor ve bunun hukuki hiçbir dayanağı yok. Güvenlik siyasetinin böylesine bir hukuksuzluk içinde yürütüldüğü, siyasetin eşitsiz koşullarda yapıldığı bir ortamda siyasi partiler olarak sesimizi, çözüm önerilerimizi topluma ulaştırmaya çalışıyoruz.

Erdoğan’ın mevcut yetkileri neredeyse sınırsız. Sizin veya muhalefetin adayı seçimi kazanması halinde, aynı yetkileri kullanmayacağının garantisi var mı?

O makama gelecek kişi söz konusu yetkileri kullanmaktan vazgeçecek. Başka türlü güçlendirilmiş parlamenter sistem gelmez.

Bu tutumu sergileyecek bir aday var mı aklınızda?

Bana sorarsanız, Cumhurbaşkanı adayı olarak aklımdan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu geçiyor. Başkanlık sisteminde olmasaydık, Millet İttifakı iktidara yürürken kimin başbakan olacağı sorusunu sormazdınız. Çünkü işin doğası gereği, en büyük siyasi partinin genel başkanı başbakan olurdu. Şimdi de benim için durum değişmiş değil. Sayın Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olması doğru olur. Kılıçdaroğlu geçiş sürecini yönetebilecek kişidir. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun, ülke menfaatleri için Cumhurbaşkanlığı yetkilerinden vazgeçmede hiçbir tereddütü olmadığını görüyorum.

‘İMAMOĞLU’NUN TANINIRLIĞI YOKTU AMA SONUÇ NE OLDU?’

Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş aday olmayacağını açıkladı. Önceki seçimlerde Erdoğan neredeyse ısrarla, karşısına Kılıçdaroğlu’nun çıkmasını istiyordu ama partiniz başka isimleri aday gösterdi. Şimdi ne değişti de Kılıçdaroğlu’nun ismi öne çıkıyor?

Siyaset statik bir iş değil. Toplum değişiyor ve siyaset de bu değişimle uyumlu biçimde, onu ileriye taşımak üzere topluma ayak uydurmaya çalışıyor. Eğer biz toplumdaki, dünyadaki önemli değişimlere kapalı, onlara uyum sağlamayan bir siyasi parti olsaydık, 98. kuruluş yıldönümünü kutlayan bir parti olmazdık. İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş, darbeler, büyük siyasi, ekonomik, toplumsal altüst oluşlar yaşandı ama CHP ısrarla dünyadaki, ülkedeki, toplumdaki değişimleri okudu ve kendisini bunlara adapte etti, ana programı etrafında yeni siyasetler üretti. 31 Mart yerel seçimlerine giderken, CHP olarak İstanbul’da Sayın Ekrem İmamoğlu’nu aday gösterdiğimizde çok sayıda eleştiriyle karşılaştık. Binali Yıldırım gibi bakanlık, başbakanlık, meclis başkanlığı yapmış, Tayyip Erdoğan döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde önemli görevler almış bir kişinin toplum tarafından çok daha bilinir olduğu, Sayın İmamoğlu’nun ise böyle bir tanınırlığı olmadığı söyleniyordu. Peki sonuç ne oldu? Bugün de “geçmişte şöyle yapmıştınız, böyle demiştiniz” eleştirileri olabilir. Ama toplumun, siyasetin statik bir varlık olmadığını göz önünde bulundurmalıyız. CHP geçmişte yaptığı fedakârlıkları da hatırlayarak ama önümüzdeki süreçte de iktidarı kuracak bir perspektife, kadroya sahip olduğunu gösterecek.

Meral Akşener’in de aday olmak istediği bir gerçek. HDP ise ortak adayı müzakere etmeye hazır olduğunu açıkladı. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı Millet İttifakı ve muhalefet içinde ihtilaflara sebep olmaz mı?

Siz gönlümdeki adayı sordunuz, ben de, “Gönlümdeki aday Sayın Kemal Kılıçdaroğlu” dedim. Ama adayın kim olacağına Millet İttifakı oturup karar verecek. Benim gönlümden geçen aday Sayın Kılıçdaroğlu ama Millet İttifakı tarafından kararlaştırılan adayı biz kabul edeceğiz. Benim şahsi görüşüm de CHP örgütünün görüşü de, kendi genel başkanlarının bu görevi dört dörtlük yapabilecek kişi olduğu yönünde.

‘AKP BİTTİ DEMEK İÇİN ERKEN; REHAVETE KAPILMAYACAĞIZ’

Kılıçdaroğlu’nun gönlünden kendisinin geçtiğini düşünüyor musunuz?

Onu bilmiyorum ama ağır bir toplumsal sorumluluk var.

Muhalefette giderek rehavete dönüşen “AKP zaten gidici” algısı var. Sizce gerçekten AKP iktidarının sonuna gelindi mi?

AKP bitti demek, erken sonuç açıklayan anket firmaları gibi davranmak olur. AKP’nin Türkiye’yi yönetemediği, savrulduğu, kendi içinden farklı seslerin çıktığı aşikâr. Geleceğe dair bir umut, perspektif koyamayan, siyaset üretemediğinin farkında olan Cumhur İttifakı’nın medet umduğu tek şey, Millet İttifakı içinde bir ayrışma. Ama biz, seçim günü sandıklar açılıp ıslak imzalı tutanak partiye ulaşana, Millet İttifakı’nın Meclis’te çoğunluğu sağladığını ve gösterdiği adayın Cumhurbaşkanı olduğunu görene kadar rehavet içinde olmayacağız. CHP örgütleri bugün itibariyle çok ciddi bir mücadele veriyorlar. Sizin memleketiniz olan Hakkâri’nin Şemdinli ve Derecik ilçelerine geçen hafta iki arkadaşımız gitti, iki gün kaldı ve siyasi çalışma yaptı. Türkiye’nin farklı farklı yerlerine milletvekili heyetlerimiz gidiyorlar, kalıyorlar, ilçelerini, beldelerini, köylerini geziyorlar. Ekonomi Masası iş dünyasıyla, Esnaf Masası esnafla ilişki halinde. Doğu Masası olarak, örgütsel kapasite itibariyle zayıf olduğumuz bölgelere ağırlık veriyoruz. Dolayısıyla CHP’de rehavet değil, yoğun çalışma var. Fakat kamuoyu algısı, sizin söylediğiniz gibi. Vatandaşın büyük bir kısmı önümüzdeki seçimde AKP’nin kaybedeceğini düşünüyor. Ama biz o ıslak imzalı tutanakları alıp sisteme geçirene, mazbatayı aldığımızı görene kadar hiçbir şekilde rehavete kapılmayacağız.

‘AYSEL TUĞLUK’TA OLDUĞU GİBİ KİŞİYE ÖZEL MUAMELE VARSA, KALDIRILMALI’

HDP eski milletvekilleri, eşbaşkanları, belediye başkanları, Osman Kavala gibi isimler yıllardır hapiste ve son dönemde hapishane koşullarının giderek kötüleştiğini biliyoruz. Kürt siyasetinin çok önemli aktörlerinden Aysel Tuğluk ciddi sağlık sorunları yaşadığı halde tahliye edilmiyor. İstanbul İl Başkanınız Canan Kaftancıoğlu dâhil onbinlere insan sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek yargı kıskacına alınmış durumda. Siz iktidara geldiğinizde siyasi davalar konusunda ne yapacaksınız?

AKP’nin yarattığı enkazı kaldırmak çok uzun yılları alırsa, toplumda oluşmuş adalet beklentisini karşılayamazsınız. Dolayısıyla yargının hızlı bir biçimde tarafsız ve bağımsız hale gelmesini sağlamak gerekiyor. Bu çalışma yapılırken, siyasi davalarda kişinin siyasi aidiyetine göre verilen kararlar ortadan kalkacaktır. Ya da Aysel Tuğluk örneğinde olduğu gibi kişiye özel bir muamele varsa, bunun kaldırılarak herkesin her konuda eşitlenmesi sağlanır. Kişiye özel muameleyi ortadan kaldırmadığımız sürece adaleti sağlayamayız.

Gelelim mülteciler meselesine. “Hudut namustur” gibi, sınır karakollarında gördüğümüz militarist bir sloganı kullandınız. Mülteci karşıtı söylemin ırkçılığı, sağı yükselttiğinin, bunun ileride sizin de aleyhinize sonuçlar yaratacağını düşünmüyor musunuz? Neden mültecilik meselesini bu kadar kaşıyorsunuz? Bu işte ciddi bir oy potansiyeli mi görüyorsunuz?

Mesele o değil. Bir kere bizim ırkçı bir perspektifimiz yok. Biz sosyal demokrat bir partiyiz ve sosyal demokrasinin evrensel ilkelerini de gözeten bir siyasi perspektife sahibiz. Gelelim gerçeklere… Türkiye’de tam anlamıyla kaç sığınmacı olduğunu bilmiyoruz. Bunun resmi rakamları neden açıklanmıyor?

‘SIĞINMACILARA KARŞI ŞİDDET EYLEMİ YAPILMASINI, OLUMSUZ DİL KULLANILMASINI ASLA TASVİP ETMEYİZ’

Belki de elde böyle bir rakam yoktur…

Öyleyse daha büyük facia. Ama resmi kayıtlar var ve açıklanmıyorsa, o da kabul edilemez. Rakamları bilsek de, bilmesek de, Türkiye’de ağır bir sığınmacı sorunu var. İddialara göre Suriye’den beş milyon ile Bangladeş, Pakistan, Afganistan, İran, Irak ve Afrika ülkelerinden gelenlerin tamamını topladığımızda, 7-8 milyon bir sığınmacıdan söz ediyoruz. Bu, Türkiye nüfusunun yüzde onuna tekabül ediyor. Bu ağır bir yük ve toplumsal sorunlara neden oluyor. Biz sığınmacılara karşı herhangi bir şiddet eylemi yapılmasını, olumsuz bir dil kullanılmasını asla tasvip etmeyiz.

Sizin kullandığınız dil zaten olumsuz değil mi?

Biz sığınmacıya kızmıyor, onu hakir görmüyoruz. Bizim sorguladığımız şu: Milyonlarca Suriyeli, hangi siyasetin sonucunda ülkelerini terk edip buraya gelmek zorunda hissetti? Bu insanlar, bizim ülkemizin de büyük sorumluluğunun olduğu yanlış siyasetin sonucunda geldiler. Komşunuzdaki savaşı büyüten, besleyen, onu daha ileri bir aşamaya taşıyan bir siyaset izlerseniz, komşudaki ateş sizi de yakar. Eğer siz Suriye’deki çatışmayı derinleştiren değil, oradaki ateşi dindiren bir siyaset izleseydiniz, belki de beş milyon insan Türkiye’ye gelmek zorunda kalmayacaktı.

‘SIĞINMACININ NESİNİ ELEŞTİRELİM? BİZ İKTİDARIN SIĞINMACI POLİTİKASINI ELEŞTİRİYORUZ’

“Hudut namustur” sloganınızın izahı nedir?

Sınırımızdan kimin girip çıktığı belli değil. Özellikle son bir ay içinde Afganistan’dan gelen sığınmacıların görüntülerini hepimiz gördük. Bu arkadaşlar pasaportla mı girdi, hayır. Biz kendi sınır güvenliğini sağlayamayan bir ülke miyiz? “Finansman tarafını çok iyi yönettiğimiz için sığınmacı almaya devam edeceğiz” cümlesi kime ait? Recep Tayyip Erdoğan’a. Ortada bir para pazarlığı var. Bu hak mıdır? Hayır. Ne sığınmacı için haktır ne de Türkiye vatandaşları için. Ama ortada bizi bu duruma düşüren ve bunu da para karşılığı yapan bir siyasi iktidar var. Bizim bunu eleştirmemiz sığınmacı eleştirisi değil. Sığınmacının kendisinin neyini eleştirelim? Biz iktidarın sığınmacı politikasını eleştiriyoruz.

Kılıçdaroğlu “sığınmacıları davul-zurnayla göndereceğiz” diyor. Peki gitmek istemeyenleri zorla mı göndereceksiniz?

Gitmeleri için uygun koşulları yaratacağız. Varsayımımız şu: Hiçkimse kendi ülkesinden, kültüründen, topraklarından uzakta, sığınmacı olarak yaşamak istemez. Eğer kendi ülkesinde can güvenliği varsa, insan yerine konuyorsa, siyasi süreçlere katılabiliyorsa, konuta, sağlığa, eğitime erişim gibi asgari insani ihtiyaçları gideriliyorsa döner. Gitmeyenler elbette olabilir. Ama bahsettiğimiz süreç başlamadan, Suriye’de uygun koşulların oluşması sağlanmadan gitmek istemeyenlerin oranını kestirmek zor. Belki bir kısmı iki-üç yıl içinde dönecek, bir kısmı da Türkiye toplumuyla entegre olmayı tercih edecek.

‘OTORİTER DÜZEN DEĞİŞECEK, BAŞKA YOLU YOK’

Ama bunun için de entegrasyon politikası gerekiyor…

Tabii, şu anda o da yok. Türkiye’nin şu anda bir sığınmacı politikası yok. Sığınmacıların rızası, eğilimi hesaba katılmadan şimdiden söylenecek bazı keskin cümleler amaca ulaşmayabilir. Ama yapmamız gereken ilk şey, insanların dönmelerini sağlayacak koşulların kendi ülkelerinde yaratılmasını sağlamak.

Aslında sizinle Kürt meselesinden sığınmacılar konusuna, Millet İttifakı’nın yapısından geleceğe ilişkin planlamalara kadar, her bir başlık için saatlerce konuşmak gerekiyor. Ama kısa yoldan gidelim. Ortada iki rakip ittifak var. Eğer beklediğiniz gibi olursa, bu rakipler yer değiştirecek. AKP-MHP muhalefet olacak, siz de iktidara geçeceksiniz. Peki mevcut iktidardan farkınız ne olacak?

Bunu test etmek çok zor değil aslında. Şu anda İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde, Adana’da, Mersin’de, Antalya’da, Türkiye’nin 11 büyük şehrinde AKP’liler muhalefet. Yapmaya çalıştıkları muhalefet ise vatandaşa daha fazla hizmet götürmek için ihtiyaç duyduğumuz borçlanmayı engellemeye dönük. Belediyelerdeki pratiklerine bakınca, iktidara geldiğimizde ülke için iyiye doğru atmak isteyeceğimiz bütün adımları engellemeye çalışacaklarından şüphemiz yok. Bu otoriter yapıya karşı çoğulcu bir yapı inşa edeceğiz. Milletvekillerinin daha güçlü olduğu, toplumun tüm kesimlerinin sözünün yankılandığı, güçlendirilmiş parlamenter sistem kuracağız. Sorunların çözümü konusunda sadece Millet İttifakı’nın değil, onun dışındaki yapıların da mutabakatını arayacağız. Hiçbir sorunumuzu çözmeyen, var olan tüm sorunları daha da derinleştiren mevcut otoriter, tek adama dayalı, ülkeye saraydan bakan düzen değişecek. Bunun başka yolu yok. Çünkü mevcut rejim ülkeyi felakete götürüyor.

Haber kaynağı duvar

Editör: TE Bilisim