Erkek evde ‘’reis, toplumda liderdir.’’ Kadının görevi bu olguyu ‘’korumaktır.’’ Kadın sadece “erkeğin başarısının arkasındaki güçtür.” O ön plana çıkamaz! Vitrinde yer alamaz!

Ailenin kurulması ve özel mülkiyetin kabulünden bu yana kadın toplumda ikincil bir konuma sürüklenmiştir.  Çoğu zaman erkek, kadın üzerinde mutlak bir hak sahibi olarak kabul edilmiştir. Bu çerçevede erkek ‘’karısına’’ her türlü şiddeti uygulayabilir. Tüm özgürlüklerini kısıtlayabilir, hatta öldürebilir! Keza baba da kız çocuklarının üzerinde bu haklara sahip kabul edilirdi. Babanın olmadığı durumlarda erkek kardeş, amca, dayı hatta kabile reisi aynı yetkileri erkek olmayan cinsiyet üzerinde uygulayabiliyordu.

Kadın, erkek ile eşit olma mücadelesini hep sürdürdü. Örgütlü mücadele olanağını ise, ancak endüstri devriminden sonra bulabildi.

Fabrikalarda işçilerin toplu çalışması, çalışma yaşamının gayri insani koşullarına karşı gelişen sendikal mücadele ve giderek siyasal bir kimlik kazanan sınıf mücadelesi, kadının da örgütlü  mücadelesi için ön açıcı oldu. Kadının da sanayide emek gücü ile katkı sunması, aynı zamanda kadınların ortak olan sorunlarına karşı ortak refleks geliştirmesine de olanak sağladı.

1857 yılında  Newyork’ta bir dokuma fabrikasındaki greve polisin müdahalesiyle kadın işçiler grev kırılmasın diye kendilerini fabrikaya kilitlemişlerdi. Polis müdahalesi ve karşı direniş sırasında fabrikada yangın çıktı. Yangında 129 kadın işçi yaşamını yitirdi. Bu olaydan sonra insanların kadın sorununa da yaklaşımı yavaş yavaş değişmeye başladı. 1910 yılında  Sosyalist Enternasyonal’e Danimarka’nın Kopenhag  kentinde 8 Mart’ı Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan etti.

İkinci Dünya savaşından sonra kadının eşitlik mücadelesi, özellikle pek çok ülkede kadının Seçme ve Seçilme Hakkı kazanmasından sonra yeni bir ivme kazandı. 16 Aralık 1977 de UNESCO 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü olarak kabul etti.

Tüm dünyada kadının eşitlik mücadelesi süre geliyor. Batılı ülkeler bu konuda epey bir yol kat ettiler. Fakat İslam ülkelerinde erkeğin kadın üzerindeki hakimiyeti bir nebze bile gevşemedi. Laik bir devleti benimseyen Türkiye’de de ne yazık ki İslam kültürünün egemen olması nedeniyle, kadın-erkek eşitliği konusunda yeterli mesafe alınamıyor. Hemen her gün kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddet haberleriyle karşılaşıyoruz. Sadece 2020 yılında 300 kadın cinayeti işlendi, 171 kadının ölümü şüpheli bulundu. Yani Türkiye’de ortalama günde 1,5 kadın öldürüldü, bunun kat be kat fazlası şiddete uğradı.

Kürd kadınları daha çok şiddet ve ayrımcılığa uğruyor. Kadın olduğu için uğradığı ayrımcılığın yanında, Kürd olduğu için de ayrımcılığa uğruyor. Türkiye’de resmi dil Türkçe olduğu için, Türkçe bilmeyen Kürd kadınları hak arama özgürlüğünden de yararlanamıyorlar.

Biz HAK-PAR’lı kadınlar diyoruz ki; gelin bu eşitsizliğe HAK-PAR’da örgütlenerek son verelim. Yok edelim insanın insana kulluğunu, insanı insan eşit kılalım. Kadın gerek aile yaşamında gerekse sosyal ve ekonomik yaşamda erkek ile eşit konuma gelmeli. Bu eşitliği ancak Hak ve Özgürlükler Partisi’nin eşitlikçi ve demokratik kültürü sağlayabilir.

*HAK-PAR Tuşba İlçe Başkanı

Editör: TE Bilisim