Mîqdat Mîdhat Bedîrxan tarafından 22 Nisan 1898’de Mısır’ın başkenti Kahire’de kurulan ve 31 sayısı çıkan ilk Kürtçe gazete “Kürdistan”ın yayın hayatına başlamasının üzerinden 124 yıl geçti. Gazetenin yayın hayatına başladığı gün ise, 1973 yılında alınan bir kararla 22 Nisan Kürt Gazeteciler Günü olarak kutlanıyor. Osmanlı’daki baskılar nedeniyle Kahire’de yayın faaliyetine geçen Kürdistan Gazetesi’nin basılışının üzerinden onca zaman geçmesine rağmen Kürt basına yönelik baskı politikalarında değişen bir şey olmadı. Türkiye’nin kuruluşundan bugüne de Kürt kültürü, dili ve basınına yönelik baskı ve yasaklamalarda süregeldi.

Geçmişin mirasıyla günümüzde zor koşullarda gazetecilik mesleğini sürdüren Kürt gazeteciler, özgür basın geleneğiyle halkın sesi olmayı, gerçekleri ortaya koymayı başardı. Gazetecilere yönelik baskıların arttığı bir dönemde özgür basın alanında çalışmalarını sürdüren Kürt gazeteciler, geçmişten günümüze yaşananları anlattı. 

HAWAR’IN KÜRT TARİHİ İÇİN ÖNEMİ 

Tarihçi ve gazeteci İsmet Konak, Kürt Gazeteciler Günü olarak kabul edilen Kürdistan Gazetesi’nin 31 sayısının çıktığını bunlardan 2 sayının hala kayıp olduğunu hatırlattı. Kürt yayıncılığının Rojî Kurd, Hawar dergisiyle devam ettiğini hatırlatan Konak, “Şam’da 1932’de Celaded Eli Bedirxan öncülüğünde Hawar Dergisi kuruldu. Hawar’ın Kürtçede anlamı ‘imdat’ anlamına gelmektedir. Dolayasıyla ‘Kürtlerin imdadına kavuşan’ bir dergi diyebiliriz. Hawar, Latin alfabesiyle çıkan ilk dergidir. Hawar Dergisi, hem uluslaşma, hem etnik aidiyet, hem de anti kolinizim açısından Kürt tarihinin en önemli yayın organıdır. Hawar Dergisi de, yayın hayatını 1943’te sonlandırdı” diye konuştu. 

KÜRT BASINI GELİŞİYOR 

Kürt yayıncılığının Kürt anakarası dışında yaşayan Kürtler arasında da devam ettiğini vurgulayan Konak, bunlardan birinin Sovyetler Birliği’nde çıkan “Riya Teze” olduğunu anımsatarak, 1930 çıkan gazetenin ilk 4 yılında daha çok Ermeni isimlerinin görüldüğünü, 1934’ten sonra ise Kürt isimlerinin yavaş yavaş yer aldığını vurguladı. Sovyetler Birliği’nde Kürt basın ve kültür çalışmalarındaki rolüne işaret eden Konak, “Sovyetler Birliği, Kürt edebiyatı ve Kürdoloji çalışmaları açısından katalizör görevi üstlendi. 1937-1938 döneminde İstanbul yönetimi olduğu için bir Rusifikasyon politikası uygulandı. Bu çerçevede Kürt basını üzerinde baskı uygulandı, aydınlar, gazeteciler tutuklandı. Riya Teze gazetesi yayın hayatını ancak 1937 yılına kadar sürdürebildi. Fakat Kürt basının da ki faaliyetler bunlarla sınırlı değil. Kendini her defasında geliştirerek devam etti” ifadelerini kullandı. 

KÜRDOFOBİ

Türkiye’nin tarihinde aslında bir Kürdofobi’nin olduğunu ifade eden Konak, “Bu Kürdofobi kendini sahada her zaman gösterdi. Kürdofobi, 1925 yılındaki Şark Islahat Kararnamesi ile kendini gösterdi. Çünkü bu kararnamenin 13’üncü ve 16’ncı maddeleri direk Kürtçeyle alakalıdır. 13’üncü maddesinde ‘Türk olup da Kürtlüğe mağlup olan’ Bunda Dersim, Amed gibi bütün Kürdi illerin isimleri de geçiyor. ‘Bu gibi illerde Türkçe dışında konuşulan diller, tenzih edilmelidir’ diyor. 16’ncı madde ise, ‘Kürtlerin, Kürtçe konuşması yasaklanmalıdır ve kız çocuklarına acilen Türkçe öğretilmelidir’ diyor. Benim öz halam Türkçe öğretilmesi için Dersim’e gönderilen Sıddıka Avarı’n öğrencisidir. Sıddıka Avar, sömürgeciliğin muhafızı, nefretidir, onun için oraya gönderilmişti. Asimilasyon ve mankurtlaşma aslında bir nevi sonucunu vermişti. Bu durumu Marx’ın deyimiyle anlatabiliriz ‘Bir yabancılaşmadır, insanın iki doğası vardır; bir gerçek doğa birde kendi doğası vardır’ kendi doğalarında kalmazlarsa zamanla kimliğine yabancılaşır. Ulus devlet temelde buna hizmet eder. Asimilasyonla entegre etmeye çalışır. Benim halamda bunun örneklerinden biridir” diye konuştu. 

‘DEVLETİN ULUS PARADİGMASI’

1940’lı yıllarda ulus devletin paradigmasının devam ettiğine dikkati çeken Konak, “Türkçe konuş” kampanyasıyla başlatılan asimilasyon çalışmalarının devam ettiğini söyledi. Konak, asimilasyon çalışmalarında üçüncü nokta ise, 1983 yılında 12 Eylül’den sonra ulus devletin restorasyon çalışmalarında kapsamında Türkçe dışında diğer dillerde yayın yapmak, düşünce belirtmek yasaklanmadığı olduğunu kaydetti. Bu durumun Kürt yayıncılığını olumsuz etkilediğini dile getiren Konak, ama Hawar Dergisi’nin başlattığı uluslaşma yayınlarının bugün Özgür Gündem, Yeni Ülke, Özgür Ülke, Azadiya Welat, DİHA, Mezopotamya Ajansı, JİNNEWS, Xwebûn, Yeni Yaşam gibi yayınlarla sürdüğünü ifade etti. Kürt yayıncılığının karşılaştığı baskılara değinen Konak, şunları söyledi: “Türkiye’de basına yönelik baskılar ve kapatmalar hiç eksik olmadı.1994 yılında Özgür Ülke gazetesi hem İstanbul’da hem Ankara’da bombalı saldırıya maruz kaldı.  Dönemin başbakanı Tansu Çiller bunun emrini vermişti. Özgür Gündem gazetesinin yaklaşık 27 emekçisi faili malum adı altında faile meçhule kurban gitti. 2016 yılına geldiğimizde KHK ile yine Kürt yayın organlarına yönelik baskının zirveye çıktığını görmüş olduk. Özgür Gündem, DİHA ve Azadiya Welat KHK ile kapatıldı. Bunlar yüzyıl önce 1925 yılında kurulan Şark Islahat Kararnamesi hazırlayan zihniyetin bir benzeridir: Türkü aynı Türk, değişen tek şey sazın telidir.”

‘DENİZ SUYU İÇMEKLE BİTMEZ’

Kürt basının karşısındaki mekanizmanın çok aciz mekanizma olduğunu dile getiren Konak bu acizliğin 1933’te Celaded Eli Bedirhan’ın Mustafa Kamal’e gönderdiği bir mektupta dile getirdiğini vurgulayarak, Bedirhan’ın o mektupta “Deniz suyu içmekle bitmez” diye yazdığını kaydetti. Konak, Kürt basının güçlü bir geleneğe sahip olduğunu dile getirerek, başta cezaevinde olan Kürt gazetecileri olmak üzere tüm geleneği sürdüren Kürt gazetecilerin Kürt Gazeteciler Günü’nü kutladığını ifade etti.

‘HAKİKATLER KARANLIKTA KALMAYACAK’

JİNNEWS muhabiri Beritan Canözer, Kürt gazeteciliğinin Apê Musa ve Gurbeteli Ersöz’lerden bugüne kadar çalışmalarını baskı altında yürüttüklerini belirterek, “Saldırılar ve katliamlar ile bizi sindirmeye ve korkutmaya çalışıyorlar. Fakat biz Apê Musa’lardan beridir söylüyoruz: Gerçekler ve hakikatler karanlıkta kalmayacak. Bu şiarla yola çıktık ve mücadelemizi yürütüyoruz. Gurbeteli ve Apê Musa’nın kalemini ve makinalarını taşımaya ve yerde bırakmamaya devam edeceğiz” diye konuştu. 

CESARET 

Kadın gazeteciler olarak mücadelelerinin tek kadın ajansı olan JINHA ile başladığını dile getiren Canözer, Kürt gazetecilerin gündem belirlediğin,i basına ve medyaya da yön verdiğini vurgulayarak, şöyle devam etti: “Çünkü biz yazdıklarımızla, çizdiklerimizle aslında kimsenin cesaret edemediğine cesaret ediyoruz. Kadın gazeteci olarak da aslında bizim mücadelemiz dünyanın tek kadın ajansı JINHA ile başlayan ve günümüzde JİNNEWS ile devam eden bir mücadele. Biz bugün sadece Türkiye ve bölgede değil, bütün dünyada tanın bir ajansız. JİNNEWS Ayfer Serçe’nin mirasıydı bize, onun hayalini gerçekleştirmek için JINHA’yı kurduk. JINHA ve gazete Şûjin kapatıldı, şuan kadın gazeteciler olarak JİNNEWS’in çatısı altında toplandık. Yarın belki JİNNEWS de kapatılır, fakat biz yine başka çatılar altında birbirimizi bulup mücadelemize devam edeceğiz.” 

‘KADINLARIN SESİYİZ’

Kürt gazetecilere yönelik baskıların devam ettiğini, bunun bir örneğinin ise internet sitelerine sürekli getirilen erişim engeli olduğunu dile getiren Canözer, şunları söyledi: "Bu da iktidarın kadın boyutuyla bize nasıl yaklaştığının ve bize karşı düşmanlığının kanıtıdır. En ufak bir taciz haberi bile yaptığımızda bizi susturuyorlar. Yargı yoluyla sitelerimizi engelliyorlar. Sadece Kürt kadınlarının değil dünyadaki bütün kadınların mücadelelerini yükseltiyoruz. Esasında hepimiz Kürt’üz bu ajansta fakat bizimle çalışan başka kadınlarda var. Tema olarak kadın mücadelesini yürüten bir ajans olarak devam ediyoruz, ancak bizim ajansta farklı kimliklerle çalışan arkadaşlarda var. Biz onlarla beraber ortak bir çalışma yürütüyoruz. Tüm halklara ve kadınlara hitap ediyoruz.”

ÖZGÜRLÜĞE HİZMET 

Xwebûn Gazetesi editörü Mehmet Ali Ertaş, Kürt basın hayatının 124 yıldır devam ettiğini vurgulayarak, şunları söyledi: “124 yıldır Kürtlerin kendilerini ve medyayı nasıl örgütlediğini görüyoruz. Bazen Kürtçe, bazen Türkçe ama Kürt toplumuna ve Kürt özgürlüğüne hizmet ediyor. Baskılara baktığımızda Türk devletinin baskıları ön plana çıkıyor. Kürt halkı söz konusu olduğunda, Kürt özgürlüğü ve bağımsızlığı söz konusu olduğunda Türk hükümetinin baskısını görüyoruz. 90'larda devletin siyasi politikaları nedeniyle gazeteci arkadaşımız katledildi. AKP iktidara geldikten sonra baskının daha da ağırlaştığını görüyoruz. Geçmişte cinayetler ve kayıplarla nasıl yapılıyorsa, bugün gazetecilerin tutuklanması ve hapsedilmesiyle cezaevine atma şeklinde oluyor. Bunlar aynı zamanda basın üzerindeki siyasi baskılardır. 60'tan fazla gazeteci tutuklu ve medyayı susturmak istiyor. 

GERÇEĞİN SESİ 

7 yıl önce birçok matbaa ve televizyon kanalı kapatıldı ve Kürt basını matbaasını yeniden açma geleneğini sürdürdü. Her şeyden önce AKP hükümeti özgür ve bağımsız bir basın yayının devam etmesini istemiyor. Özellikle Kürt özgürlüğü davasına ve halkının önderliğine kendini adamış Kürt basınını. Her zaman gerçeğin sesini konuşmaya çalışır. AKP hükümeti gerçeğe karşıdır. Hakikatin olduğu yerde AKP iktidarı her zaman karanlık olmasını ister. Halkın sesi, halkın talepleri duyulmamasını ister. Dolayısıyla Kürt basını hem Kürt halkının çığlığı hem de Kürt halkının öncüsü ve ışığı olmaktadır. AKP hükümeti bundan dolayı korkuyor. Kürt halkının kendi kendini örgütlediğini, yolunu çizdiğini, basınını örgütleyerek adımlar attığını biliyorlar. AKP hükümeti bu yüzden baskısını artırıyor. Bazen basında görülmez, bazen hapse atılır. AKP, devlet bilincine, güç ve egemenlik bilincine göre adım atıyor. İktidardaki insanlar da asla toplumun sesini duymak istemezler. Kürt basını özgür bir toplumun sesi haline geldikçe, hakikatin sesi ve hakikatin sesi de baskısını belirli şekillerde yapıyor. Ajansları kapatmalar, sayfalara engeller, gazetelere sansür ve kapatmalar.”

Editör: TE Bilisim