Özlemek; neyi özler insan? Kaybettiğini mi? Yoksa yanındakini mi? Hiçbir zaman matematikten anlamadım, hiç sevemedim ama geçen zamanın çıkartma işlemini ezberledim, kalbime tanıktı artık. Zaman o sihirli sözcük, ne kadar büyük ve ne kadar küçükmüş meğer. Akıp gidiyor ve ben hiçbir zaman donduramadığımın anın çocukluğunu yaşıyorum.

Özledim deyip; çoğalarak en çocuksu yanımla koşmak isterdim, gözlerinin içindeki o mavi su birikintisinde yüzmek. Keşke diyorum keşke ‘‘seni sevecek daha çok zamanlarım olsaydı’’. Ne ben o zamanın yüceliğini anlaya bildim, nede sen o keşkelerin geçip gideceğini. Tükettik sevmenin en yalın halini, bir busenin en saf yanını. Şimdi senden geriye kalan hiçbir zaman silmeye kıyamadığım telefondaki ismin ve yüreğine denk düşen adım. Gözlerim bir ağlamanın inadını yaşıyor, yüreğim ise artık alışmalısın diyor;  bu iki satır arası yine eziliyorum.

Merhameti eksik dar zamanların insanları yol olur ve setler kurulur şerbeti içtikleri kadehler.Yıllar yılı değiştiremedim kaderin hükmünü ve bozamadım iyi niyet duygularını.Sabrımı örttüğüm gece beni anlamayan kuyu oluyor. Dalgın nehirlerin gök mavisi vatanım;susup susup söyleyemediğim kelimelerin ayıbını yaşadım. ‘‘Yüreğim kaç yaşında ve ben hangi kuşakta bıraktım ağrılarımı’’. Uyumadan üşüyor nefesim ve kırılıyor iki heceyi söyleyemeden uyuduğum sabahım.

İnsan en büyük özlemi duyumsadığı zaman, artık özleyemiyor kimseyi ve en çok hissettiği acıdan sonra hissedemiyor acıyı. Ben bir mezar taşına adını yazar gibi yazdım seni özlemeyi ve bütün özlemlerimi seninle gömdüm. Bir bahar ülkesinden, hüzün kokan topraklardan, kışa bulaşmış iki tane mektup getirdim şafak sökmeden gamzenden büyüt…