Saat, sabahın altısı...

" Kalk Baran... Dedeyi ziyarete gidiyoruz" dedim.

Binbir güçlükle uyandı uykudan.

Ne de olsa baran henüz on dördünde...

Bu saatte uyanmak haliyle zor gelir çocukcağıza.

Zor da olsa vedalaştı tatlı uykuyla.

Velhasıl koyulduk yola...

Komşum, Mustafa amca (Bakir) ve çocukları da gidiyorlardı Başkale'ye..

Kurubaş geçidinin zirvesinden inip cennet bahçesini andıran payizawa (Gürpınar) ovasına dalıyoruz.

Nordéz yaylasında yükselen Şekér Ağa ağıtı yankılanıyor ovada.

Şekîr Axa, Ertoşi aşiret konfederasyonun ağası ve bir ihanet komplosu sonrası öldürülüyor ve adına bu ağıt yakılıyor.

"Hey şenge u şeeenge .

Şekîr Ağa şenğe.

Şekîr Ağa kuştén

Ertoşi'ya denge"

Heyhat... heyhat...

Xawesor ovası toz duman.

Süvarilerin kıran kırana savaşı arasında ilerliyoruz.

Anaların Kürtçe feryat sesleri duyuluyor.

"

Tarihe not düşen ihanet gerçekliği ile Payizawa'yı geride bırakıyoruz.

Yola devam ediyoruz.

Xawesor düzlüğü uzadıkça uzuyor.

Aracın teybinde rahmetli Şakiro söylüyor.

"Şeré mala eliyé ünis"

Ruhsal yoğunlaşmanın en zalim halindeyim.

Çavuştepe'de inen İpekyolu kervancıları geçiyor önümde, hoşap (güzelsu) kalesinde, elinde kahve fincanı ile Mir Mahmud Beyi görüyorum.

Hoşap'a ulaşıyoruz.

Dükkânlarda yayılan otlu peynir kokuları mest ediyor.

Az ötede 32 virajıyla meşhur Güzeldere geçidi gözüküyor.

Ürkütüyor...

Tırsıyorum...

Ne de olsa adı üstünde 'Güzeldere'...

Ne canlar almadı ki!

Hani gençlik olsa üstesinden gelinir de lakin yaş ermiş kemale.

Kendimce söyleniyorum,

(Vey lo mala te xérabe gal bun)

Geri dönüş de mümkün olmayınca 56 model BMC kamyonu misali tırmanıyorum yükseltilere.

İnişte, dere yatağına kurulan Koçer yaylalarında soluklanıyorum.

(Kocerler, baharın ilk aylarında buralarda konaklar sonrasında ise zirvelere göç ederler)

Kara kıl çadırlar...

Çadırlarda yayılan, kenger, mendé, corin kokuları.

Çadırın önünde bir ocak, ocağın üzerinde kara bir çaydanlık.

Baran, mahmur bakışlarını O çaydanlığa odaklamış.

Koçer kızı, çaydanlıkta kaynayan keçi sütünü barana ikram ediyor.

Baran ise Derveşé Ewdi havasında.

Dersin ki Edul, Derwéşe sesleniyor.

"Dewreşe li dile min rebene sîwаr bû, li dere mаlа bаve min we porkure peyа bû

Xwede xerа bike deste min ji аgire cixаre, fincаnа hаtin û çûyinа mevаnа xаlî nebû

Min dît keçikа cînаrа xebere ne bixere ji min re dihаnî vаx

Digo: le le porkure mа tu nizаnî Dewreşe dile te xeyîdî, ber bi mаl bû"...

Kisa bir moladan sonra vedalaşıyoruz koçer dostlarla.

Saat 8 gibi..

Bir ilçeye giriyoruz

Sırtını İspiriz dağına, yüzünü Iran hududuna çevirmiş bir ilçeye.

Kulağıma bir ses,"Burası Elbak" diye fısıldıyor.

Etrafıma bakınıyorum.

Aynen de öyle.

Burası Başkale'nin yanı nâm-ı diğer Elbak'ın taa kendisi.

Bir de bunun 'Ser Elbak' tarafı var.

Aşiretler,kültürler ve medeniyetler otağı.

Bu coğrafyada yüzyıllardır bir arada yaşayan aşiretler var.

Ertoşi, Pinyanişi, Merzikan,Botan vs.

Direksiyonu üst yola kırıyorum,

Her şey dünkü gibi duruyor yerli yerinde.

Her sima tanıdık, her tebessüm samimi.

Hüsnü’ye eyşé tezgaha sebze diziyor.

Çavuş Mehmet emin çoktan açmış kahveyi.

Dede (abdulah usta) 'nin berber koltuğunda Seyfi Baba.

Eziz Ustanın lokantasında mis gibi tas kebap kokusu.

Raşit bey ve Evdi amcanın daktilo sesleri birbirine karışıyor.

Reşid'é xelef, şapkasının kenarına sardığı kefiyesini düzeltiyor.

"Bu bir rüya olmalı " diyorum.

Yok..yok..

Rüya olsa, Abdin Öztürk belediye başkanı koltuğunda olur muydu?

Silindir Şapkalı Dursun efendiyi tanımaz mıyım?

Görüyorum ki o da dükkanında oturuyor.

Mavi gözlerine gölge düşüren fötr şapkasıyla.

Fevzi usta, Ecé, Kulupcü Ahmet az önce önümden geçtiler, stejin renault taksi içinde.

Gittikleri yeri az çok tahmin ettim zaten.

Okuduğum liseyi gösteriyorum Baran'a.

Elinde pasta tepsisi ile Bibo (ilhan) okulun önünde dolanıyordu

Müslim Tataroğlu, banka önünde çay yudumluyordu.

Vallahi de billahi de her şey yerli yerindeydi.

İnanmayacaksınız ama gözümle gördüklerimi, ruhumla yaşadıklarımı yazıyorum.

Ceketinin dış cebindeki gazete, elinde bastonu ile Mahmut Aga çarşıda volta atıyordu.

Sol yanında ise Heci guré.

Hammal Mahmut kamyondan yük boşaltıyordu.

Cevher Ağa, oğlu Mehmed yagizer, Mustafa Yagızer yine her zamanki gibi şık ve bir o kadar da fiyakalı.

Heci Unis, müftü efendi ile sohbet ediyordu.

Hepsini de gördüm hepsini de hissettim.

Hatta ve hatta, yürürken bile tabakadan tütün saran M. Ali Amcayı.

Posta dağıtan Ali Çavuşu.

Otelin önündeki kürsüde oturan cezaevi firarisi Hacı Boz Ağayı.

Topal Mecit amcada ayakkabılarımı boyattım.

Elimi cebime atarken, sırma bıyıklı, çınar boylu Mustafa Bayram "xarza...tu here, paré xarziyé xwe ezé bédem" dedi ve bana yol verdi.

Bahri Beyaz'ın dükkanın oralarda Nedirok yaylasına giden baco teyze ve İdris'é Ziya ile karşılaştım ve onlardan mantar istedim.

Nede olsa nedirok yaylasının mantarı bir de Abdullah Kurt(göçeroglu) un dükkânındaki bisküvi arası lokumu ukdedir içimizde.

Hani bir de özlemlerimiz var bu ilçeye dair.

Biz doğmadan ebediyete intikal edenler.

Tahur efendi, Mesiha (kémıt atın süvarisi), duvar ustalığının duayeni Kerem usta, Semsettiné Ehmé, méhemedé feto, méhemedé meylé..

Ya bir de çoğu da analarinin adlarıyla anılırdı.

Mesela, Mehmudé Télo, Cemoyé Réhané, Fetahé helé, Méhemedé Beyazé.

Belki "hadi be oradan " diyeceksiniz ama gördüklerimden zerre kadar şüphem yok.

Sonrasında Baranın elinden tutup Babamın dükkanına doğru gittim.

Baktım ki, Dirbazé Reşo, Mustafa Akturan, ega abi oturmuş domino oynuyorlardı.

Zaten saatler de ilerlemiş, Masiro, kınar beroj ve Ser Elbak minibüsleri köylerine geri dönüyorlardı.

Akşamcılar ise çakır keyf Kanya xalo çeşmesindeki mesailerini tamamlamış, Feto'nun kulübüne demir atmışlardı.

Foto Niyazi de yine anıları ölümsüzleştirme çabasında.

Bir tek pinedüz Hasan amca efendilerden rahatsız ,"Dini Méhemed çend zelül büye..vey zénddik.ve gureder vexarba "

Bıyık altında gülüyorum.

Karanlık çöküyordu Elbak sokaklarına

Eve gitme vaktiydi.

Gece babama misafir olduk.

Torun dede baş başa kalsın dedim.

2 gözlü toprak damlı evi Baran da sevdi.

Değirmen deresinde kurulan hidro santral yine azizlik yapıp elektriği kesmişti.

Gaz lambası ışığında kaldık, 6 pilli radyoda Erivan radyosunda Kürtçe klamlar dinledik.

Başka toprak damlı bir evde Arnavut Abdullah Amca çocukları etrafına toplamış, cin ve meçétér masalları anlatıyordu.

Gece ilerlemişti.

Yun yataklar serildi yan yana.

Koyun koyuna.

Baran, dedesi Sofu Ahmed'in koynunda uyudu

Sabah ezanıyla uyandık.

Tekbir sesleri duyuluyordu minarelerden.

Camiye doğru yol aldığımızda, havuzun berisine döktüğü karpuzların başında uyuyakalan Reşit Amca ilişiyor gözlerimi

Kardeşleri Zeydanoglu Hasan ve Alattin ise derin sohbette.

Önce camiye gittik, golmatikli Isa dayi ve oğlu yakupla selamlaşarak.

Cami, hınca hınç.

Minberde hacı ihsan, cemaatin önünde Mela Ahmet.

En ön safta, halit usta, celalettin öztürk, Ahmedé Ismail çavuş, Nebi Kardeş.

Hemen arkasında, Halit Dağdelen, Hüsnü Yenigün, Şéx Nuri.

Şéx eli ise üst katta gürültü yapan çocukları susturmakla meşgul.

Demirci yusuf Usta'nin kardeşi lalo ile camı çıkışında karşılaştık.

Sonra Yakup Aydın katıldı aramıza.

Dozer dayi kaybettiği cizlaved lerini bulmaya çalışıyordu.

Camiden çıkip baba, oğul, torun birlikte mezarlığa gittik.

Herkes oradaydı.

Çocuklar, daha fazla lokum ve bisküvi toplamak için adeta birbirini eziyordu.

Emer Dendo, heci Mithat uzun ve heybetli bedenleriyle taaa uzaklardan seçiliyordu.

Mübaşir Ahmet'in yanaklarında gözyaşları akıyordu.

Kendi kendime "Ne iyi ettik de geldik. Uzun zamandır hiçbirini görmemiştik." Dedim.

Sonrasında mahalleye döndük.

Pinisi mahallemize.

Cümbür cemaat bayram kahvaltısına oturduk.

Tüm büyüklerin ellerinden öpüp 25 er kuruş bayramlıklarımızı aldık.

Sonra bezden, poşetten torbalarımızı alıp, kale, miçoyi, ölü, hafiziye mahallelerini ev ev dolaşıp, fındık, iğde, üzüm ve ceviz topladık.

Marangoz Necmettin Öztunç'un evinde çay, Süleyman çavuşun evinde ise öğle yemeği ikramı bulduk.

Bayramın ilk günü yarılandı.

Oyun zamanıydı.

fındıklarla "kolékané" oynadık.

Kavgalar ettik.

Dayak yedik dayak attık.

Şex Nurettin'den azar işittik.

Arnavut Abdullah'tan masal dinledik.

İyi ettik de geldik.

Bir bayramı böyle geçirdik.

Tabii göremediklerimiz de oldu.

Maliyeci kazım amca, Kadir Sarihan, Cevheré Sosé, Feté'yé muhtar ve diğerleri.

Haklarını helal etsinler.

Bir dahaki görüşte geldiğimizde onları da görürüz inşallah.

Geceyi Başkale’de geçirdik.

Sabahın erken vaktinde Başkale’den dönmüş iki saat sonra Van'a ulaşmıştık.

Xacort'da büyükler ve küçükler kafile kafile bayram dolaşıyordu.

Sokaklar, caddeler insan doluydu.

Herkes neşeliydi.

Covid, corona buralara hiç uğramamıştı.

Siyaset dürüst, yöneticiler adildi.

Fakirlik ve fukaralıktan eser yoktu.

Cezaevlerinin kapısı ardına kadar açık içeride in cin top oynuyordu.

Baranla birlikte fazlasıyla keyifliydik.

"Bak oğlum... İşte yaşanası dünya bu olsa gerek " derken Baranın annesinin sesi ile irkildim.

Gözlerimi açtığımda koskoca ve tertemiz bir rüyada olduğumun farkına vardım.

Kırıldım, yıkıldım ve yeniden olağan gerçekliğime döndüm.

Dakikalarca dona kaldım.

"Keşke hiç uyanmasaydım " dedim.

Ama var olanı değiştirmek imkânsız.

Fakat bu bir gerçek ki onlar bize değil biz onlara gideceğiz.

Haaaa unutmadan, rüyamda karşılaştığım, ebediyete ulaşmış o güzel insanları rahmet ve saygıyla yad ediyorum.

Siz dostların da bayramını kutluyorum.