Gülücük kıyılarına kadar varmıştı, kadın ise elinin tersi ile itmişti. Kaybettiklerinin, yitirdiklerinin sonrasın da ona doğru uzanan bir yürekti. Kendi bayırından koparıp getirdiği cennet biraz hüzündü, biraz da ucu yırtılmış bir aşk öyküsüydü. İki korkak yürek sadece diz dize verip ağlamaktı tüm çabaları. Kendilerine bile ifade edemedikleri özgürlük kavramı, onlar için bir yürek burukluğunun Mecnunu.

Mayın tarlasının ilk çarpışması kadar derindi hikâyelerinin kalıntıları. Yakışmayan bir mütevazılık siner konuşmalarına, sözcükler imla hataları ile dolu. Neşe olurken gün ve sevmek olurken imdatlarına yetişen kolay olan unutulmuş, zor olan seçilmişti. Kendi iç dünyalarında cehennemi yaşarken ne bilsinler dört mevsimlerinin bahar açtığını.‘‘Yüreği çürüyen bilirmi bir kelebeğin gelip oturduğunu’’?

Sürgünde iki parça can; yol hikâyesine anlam kattıkları değer sadece karşılaşmanın toprak bütünlüğü ve bir akrep sokması kadar can acısı. Kırık bir şeyler boğaza takılan kırıntı ile nefes kesilmesi. Gökyüzün de hüzünlü bir bulut arşa varırken yürümek diyor, en hüzünlü akşamdan kalan o sığ. Yüzünde beliren yol bir hayatın derin izleri, elleri akşamdan kalma hamur mayası.

Bir gülüşene sığdıramadığı umudu ileoturup kurşunlara ağlardı. Kendi mehtabını inkâr ederken sessiz notalar eşliğinde yürümeyen adımlarına içli içli yas dökerdi.Kalemin mürekkebi bitik son söz ruhsuz “gitmek isteyipte hep kaldığı yer”gitmelerin neresinden bakılırdı? En utangaç var oluşlar ile piyonun notalara meydan okuyordu, zar zor bestelenmişti kâğıttan kayıkların şarkısı.

Kendinin baharı olmayan bahar ile kaç ömür tüketir insan? ‘‘Bir hüzün bahçesi saklı ve yasaklı şimdi’’. Hepsini toplama telaşı olmadan zaman daralıyor, şehir bir isyan başlatıyor derin nüfus patlaması varmış gibi umutlar imgelerine tebeşir tozu serpiyor.