Araştırmacı- yazar, geçmişte çıkardığı Van merkezli Qıjıka Reş (Kara Karga) dergisiyle dikkatleri üzerine çeken Ramazan Kaya, Yeşil Sol Parti’den Van milletvekili aday adayı oldu.
Rojhat Alkan, Kaya ile adaylık serüveni ve hedeflerini konuştu:
Yeşil Sol Parti’den milletvekili adaylığı için başvurmuş aday adaylarından birisiniz, milletvekili olmak fikri ne zaman ve nasıl oluştu?
Bir çok yurtsever Kürt gibi ben de kendimi o meclis kürsüsünde çok tarihi, radikal bazı konuşmalar yaparken hayal etmişimdir, bazı yakıcı gündemler esnasında ve acımasız saldırılar karşısında “ben olsaydım böyle derdim, şunu vurgulardım, bu gerçeği hatırlatırdım” şeklinde kafamda kurguladığım zamanlar oldu elbette. Lakin kısa vadede bir program veya niyet olarak gerçekten yoktu. Sosyal medyada bazı Van gazetelerinin açtığı anketlerde ve kamuoyu yoklamalarında ismimin geçmesi ve kimi dostlarımın şiddetli dayatmaları neticesinde “neden olmasın” demeye başladım. Ancak çulsuzun teki olduğumdan başvuracak param yoktu. Kadim dostlar sağolsun (tek dayanağım onlar) onu da kendi aralarında komünal yöntemlerle kısa sürede topladılar. Bana da sadece başvurmak kaldı. Özetle ben onların kurbanıyım. Arada takılıyorum: “Bari benim için biraz çalışın olan sizin paranıza olacak” diyorum (gülüyor).
Okuyabildiğimiz kadarıyla Anarşist kimliğiniz dolayısıyla kimi eleştirilere hedef oldunuz, anarşizmIe temsili siyasetin ne alakası var, bir anarşistin mecliste ne işi var vb. eleştirilere bir cevabınız var mı?
Benim her şeye bir cevabım vardır (gülüyor). Öncelikle anarşist denilen siyasal sıfatın benim fikriyatımın tüm katmanlarını kapsamadığını, aksine daraltan bir kimliğe dönüştüğünü belirtmek isterim. Ama bu sıfattan da özel olarak rahatsız değilim. İktidarların Ianetlediği, egemen ideolojilerin itibarsızlaştırmaya çalıştığı her kimliği yakama bir gül gibi gururla takarım. Ayrıca anarşist felsefeyi de, toplumcu anarşizmin örgütlü direniş tarihini, deneyimlerini de fazlasıyla önemsiyorum ve özgürlükçü bir siyasal tahayyülün ne olduğu, nasıl olması gerektiği konusunda her zaman önemli bir miras, bir politik referans olacaktır. Fakat bu ülkedeki anarşistlerle pek anlaşamadım ve belli bir süre sonra zaten uzaklaştım. Anarşizmi marjinal bir yaşam tarzı kimliğine, bir ahlaki protesto sanatına, bir “söyledim ruhum kurtardım” jestine dönüştürdüklerini düşünüyorum. Ulusal tahakküm, sınıf ve cinsiyet eşitsizlikleri konusunda mırıldayan, sorunların toplumsal kökenlerine radikal bir şekilde inmeyen liberal bir anarşizm yorumu hâkimdi.
Özellikle Kürdistan’ın sömürge konumu ve devrimci şiddet konusunda hiç bir şekilde hemfikir olamadık. İktidarın kurumsallaşmış şiddetiyle, ezilenlerin varolmak ve belli eşitsizlikleri, adaletsizlikleri görünür kılmak, ortadan kaldırmak zorunda kaldıkları karşı-şiddet arasındaki kalın farkı yok sayıp, kategorik bir şiddet karşılığını vaaz ediyorlardı ki sanırım hâlâ ediyorlar. Bu yaklaşım haliyle, fail ile mağdur, sömürülen ile sömüren, savunma ile saldırı arasındaki tüm farkların üzerini örtmekte, bu da berrak bir politik tavır almaktan alıkoyan ahlaki bir mutlakçılığa mahkûm etmektedir.
Kimlik konusunda da soyut bir kimlikler üstü pozisyondan buyruklar sıralayıp, tüm kimliklerin dışarıda bırakılması gerektiğini savunuyorlardı. Ama egemen Türk kimliğinin, Türkçe eğitimin onlara sağladığı sosyal ve kültürel imtiyazları, avantajları, kimlikler arasındaki hiyerarşileri ve eşitsizlikleri bir türlü görmüyorlardı. Kısacası “biz Türk kimliğini ve devletini reddediyoruz, sizin de madem devletiniz yok, o zaman tüm örgütlerinizi ve Kürtlüğünüzü reddedip gelin” dediler. Ben de bu tarihsel ve yapısal eşitsizlik durumundan hareketle böyle soyut bir eşitlik varsayımının inceltilmiş bir sömürgecilik biçimi olduğunu sürekli dillendirdiğim için anarşizmden de atıldım (gülüyor).
Ki çoğu benimle selamı sabahı kestiler zaten. İsmini şimdi belirtmek istemediğim Yahudi ama bu topraklarda doğmuş büyümüş bir anarşist kadın arkadaş bir gün, “Tüm devletler yıkılsın ama İsrail devleti beş dakika sonra” demişti. Anti-semitizm belasından hareketle bu söylemini çok isabetli bulmuştum. Ben de modern dünyada hiç devlet olamamış, bunu tatmamış ve bunca sömürgeci kuşatmadan ötürü “Kürt devleti hepsinden 20 dakika sonra yıkılsın dediğim için aynı kişi tarafından milliyetçilikle suçlanmıştım. Yine Diyarbakır’da bir sosyal forumda bir konuşmacı olarak, Kürt hareketinin Bookchin okumalarını önemli bir anarşist imkân olarak değerlendirdiğim için bu arkadaş bana “Remo sen çok politik davranıyorsun asla anarşist olamazsın git milletvekili ol” demişti. Şimdi milletvekili olmaya niyetlendik bu sefer de kimi Kürtler ne biçim anarşistin diyor (gülüyor). Kısacası şunu diyeceğim: Bu sömürgeci boyunduruk devam ettiği sürece egemen ulusun mensubu kişilerle herhangi bir ideoloji doğrultusunda eşit bir yoldaşlık kurmamız bana mümkün görünmüyor. Kürt anarşistleri de önce devletlerini kurup sonra tüm dünya anarşistleriyle birlikle bütün devletleri yıksınlar. Bu arada dertlerimi anlayan, hak veren, çok önemli okumalar yapmama vesile olan birkaç Türkiyeli anarşistle elbette hâlâ görüşüyorum, onlarla güçlü bir dostluk bağımız var. Hepsini aynı genelleme torbasına atacak kadar vicdansız ve vefasız değilim.
Temsil mevzsuna gelecek olursak, Anarşistler tarih boyunca birçok mecrada ve birçok mücadele yöntemini kullana geldiler. Kendilerini tek bir mücadele yöntemiyle sınırlamadılar. İspanya’da parlamentoya da girdiler. Bu ülkede de oy da kullandılar, sandık müşahitliği bile yaptılar. Anarşistler elbette temsili demokrasi yerine doğrudan demokrasiyi savunurlar. Temsili siyasetle devrim yapılamayacağını, radikal bir eşitliğin yolunun örgütlenmeden, sokak siyasetinden, otonom bir toplumsal ağdan, alternatif kurumlardan geçtiğini iyi bilirler. Benim de bunlara hiç bir itirazım yok ve temsili siyasetin köklü bir toplumsal dönüşüme hizmet etmeyeceğini şüphesiz kabul ediyorum. Ancak nefes almak için daha zayıf olan düşmanı desteklemek, mecliste krizler yaratmak, daha yakıcı sorunların gündemleşmesini sağlamak, belli siyasal ideallerin propagandasını yapmak, iktidarı iktidarın merkezinde teşhir etmek, sömürgeci sembolik düzende gedikler açmak, haklar alanını genişletmek için parlamento da kullanılabilir mücadele alanlarından biridir ve muhalifler tarafından her zaman kullanılmıştır. Dolayısıyla meclise girmek demek, tüm mücadele yöntemlerini reddetmek, temsili demokrasiyi vazgeçilmez tek siyasi yol ve yöntem olarak mutlaklaştırmak anlamına gelmiyor.
Peki, adaylığınız yaşadığınız kentte ve partide nasıl karşılandı, milletvekili adayı olarak herhangi bir kentte listeye girme ihtimaliniz var mı?
Kabaca üç tane farklı yurtsever Kürt profili olduğunu düşünüyorum. Birincisi; edebiyatla, sinemayla, tiyatroyla yoğun bir ilişki halinde olan, entelektüel kapasitesi gelişkin veya iş dünyasında belli bir yol katetmiş, sosyal, ekonomik, cinsel tatminlikleri belli bir düzeyde yaşamış veya yaşayan, görece daha ılıman, tolere eden, eleştirel bakmayı da başaran belli bir siyasal olgunluğa erişmiş profildir. Van’da veya başka kentlerde yaşayan ve bu kategoriye giren insanlar ekseriyetle adaylığıma çok sıcak bakıyor, beni gören ve arayan herkes gönlümüzün adayı sensin diyorlar, sosyal medyada desteklerini sunuyorlar. Sürekli “senden iyisini mi bulacaklar?” diyorlar. Belki de beni kandırıyorlar, ikili oynuyorlar (gülüyor).
İkinci profil ise hareketin daha görünmez ve derin kadrolarından oluşuyor. Aklıselim, yetenekleri ve sadakatleri sayesinde uzun erimli bir çalışma tarihinin öznesi olan, politik pragmatizmi esas alan bir profildir. “Ya Remo gibi yetenekli ve inatçı insanlarımızı halkın ve partinin hizmetine sokarsak ne kaybederiz ki?” şeklinde rasyonel ama temkinli bir yaklaşımları var. Ne karar vereceklerini yakın zamanda öğreneceğiz.
Üçüncü profil de, bir dönem parti çalışmalarında yer almış veya hâlâ yer almaya devam eden ama hareket içinde hak ettiği yere getirilmediğine inan, özel yaşamındaki mutsuzluktan, yalnızlıktan hayali düşmanIar yaratan, hınç biriktirmiş, komplo teoriyleriyle dünyaya bakan, keskin bir profildir. Yerelde yarattıkları hayali düşmanlardan biri de benim maalesef. Her ortamda bana yönelik nefret örgütlüyorlar, zamanında Qijika Reş dergisinde Kürt hareketinin otoriter örgütlenme modeline, liderlik kültüne, özel yaşamın bu derece zapturapt altına alınmasına yönelik bazı haklı eleştirilerimizi ve sorularımızı affedilemez bir suç ve hainlik pratiği olarak görüyorlar ve hep hatırlatıyorlar. Bu dedikodu kliği, ben hariç Van’dan kim seçilirse seçilsin razılar. Muhtemelen amaçlarına da ulaşacaklar, dolayısıyla benim aday olma ihtimalim çok zayıf görünüyor, olursa da büyük bir sürpriz olur benim açımdan.
Qijika Reş dergisine yönelik bu öfkeyi neye bağlıyorsunuz, derginin çizgisi Kürt hareketine tamamen karşıt bir doğrultuda mıydı?
Derginin yayın çizgisi asla Kürt hareketine karşıtlık üzerine oturmuyordu. Yeni nesiller çok bilmediğinden veya okuma fırsatı bulmadığından ötürü açıklama gereği duyuyorum. Qijika Reş, Kürdistan’da anti-kolonyal bir anarşist dergiydi. Çok önemli dosyalara, yazılara, çevirilere imza atmış, son derece politik ve nitelikli bir devrimci dergiydi. Her sayısı merakla beklenen ve binlerce okuyucuya ulaşan, büyük tartışmalara yol açmış çok verimli bir emeğin ürünüydü. Kürdistan’da yaşayan ve Kürt hareketinden gelen kimi bireyler olarak elbette Kürt hareketinin de kritiğini yaptık. Stalinist örgütlenme modeline, devletçi bir sosyalizmin açmazlarına, Türkiye devletini demokratikleştime misyonuna ve parti içi haksız infazlara dikkat çektik.
Ki sayın Abdullah Öcalan da sonrasında geliştirdiği Demokratik Konfederalizm teziyle bizim bir çok tezimize paralel eleştiriler yaptı, eski otoriter, merkeziyetçi çizginin aşılması için devasa bir eleştirel külliyat bıraktı. Ayrıca ilk defa kendisi bu haksız parti içi infazları dile getirdi, Hogır vb yıkıcı komutanların harekete verdikleri zararı, haksız binlerce gencin infazındaki rollerini, bu halka vermeleri gereken hesabı ısrarla belirtti. Biz de bu bilgilerden hareketle otoriter bir örgütlenme modelinin doğurduğu sonuçları analiz ettik diye ihale bize kaldı, bizi bir anda hareketin ve Öcalan’ın düşmanı ilan ettiler. Oysaki biz Öcalan’ın şahsını Kürdistan’daki kimi Kürt partileri veya hareketten ayrılan öfkeli şahıslar misali asla karikatürize etmedik, belden aşağı vurmadık, devletin ağzıyla hareketin ve liderliğinin çıkışında gizli eller, bağlar aramadık. Bir toplumsal hareket olarak ele aldık, kazanımlarının, eksikliklerin neler olduğunu anlamaya çalıştık.
Kürt hareketinin Kürdistan’da bir baldırı çıplaklar hareketi olarak ortaya çıktığını, Kürt kadınının, yoksul köylü ve mülkiyetsiz sınıfların tarih sahnesine çıkmasındaki olağanüstü emeğini, sömürgeciye yönelik korkuyu nasıl yıktığını her daim teslim ettik. Biz bu hareketin paltosundan çıkmış, ilk aydınlanmasını bu hareket sayesinde yaşamış bir kuşağın çocuklarıyız. Qijika Reş, gelecek Kürt nesillerinin sevinçle keşfedeceği bir özgürlük yatağıdır. Dolayısıyla eleştiriden korkmamak lazım. Eleştiri ve özeleştiri silahının geliştirici, devrimci rolüne bu kadar vurgu yapıp ama eleştiriyi bu denli şeytanlaştıran bir siyasal kültür sanırım yoktur. Bu kültürü hep birlikte dönüştürmemiz lazım. Entelektüel üretim şüphesiz özerklik gerektirir, eleştirel mesafe gerektirir. Bu hareketin neden kendi organik aydınını yaratamadığını biraz sorgulamamız icap eder. Entelektüellerden mutlak bir itaat talep etmek, eleştirel her söylemi kriminalize etmek zamanla bir siyasal çöl yaratır, bu tehlikeyi görmek lazım.
Legal Kürt siyasal hareketinin gelmiş olduğu noktayı, vizyonunu, bazı sorunları çözebilme kapasitesini nasıl görüyorsunuz?
Hareketin çok zengin bir birikimi, direniş repertuarı ve güçlü siyasal bir hafızası var şüphesiz. Bunca kapatılmaya ve kuşatmaya rağmen dimdik ayakta yoluna devam ediyor. Boyun eğmeyenlerin, isimsiz ve mezarsız nice kahramanın yarattığı bir mücadele geleneğidir. Ancak gelinen noktada özellikle merkezi düzeyde siyasal ve ideolojik bir çoraklaşma görüyorum. Kolektif siyasal aklın belli olaylar ve süreçler karşısında daha güçlü müdahalelerine, inisiyatif almasına, kendi gündemini dayatması gerekiyor. Bir siyasetsizlik siyaseti hâkim durumda maalesef. DEP geleneğinden gelen karizmatik siyasi figürler misali figürlerin son zamanlardaki yokluğu, Demirtaş gibi popüler bir liderin ve nice nitelikli kadronun içeride olması ciddi bir boşluk yaratmış gibi görünmektedir. Bu topraklarda önce muhalif söz vardı ve bu söz elbette Kürt hareketine aitti. Sözün hükmü kısmi düzeyde yitirilmiş durumda, birkaç TİP vekilinin reaktif söylemler üzerinden bu muhalif sözün temsilcisi olarak görünmesi bile başlı başına bir sorundur.
Çünkü Türkiye Cumhuriyet tarihi boyunca en cesur gündemler, en korkusuz çıkışlar, iktidara yönelik en keskin suçlamalar Kürt hareketi şahsında vücut buldu. Kimsesizlerin kimsesi olmayı başaran bir harekettir. İktidarı kitlemeyi başaran bir potansiyele sahipti. Özellikle hareketin siyasal yörüngesini besleyen özgürlük paradigması görünmez hale gelmiştir. Benim gençliğimden bugüne dek, bu hareket tüm çağdaş eleştirel kuramlarla, politikalarla her daim güçlü bir rabıta kurmuştur, gençlik içinde ideolojik hegemonyası en baskın muhalif hareket olmuştur. Yeni nesiller bu ideolojik cazibeyi bence artık yeterince hissemediyor, özdeşlik kurmakta zorlanıyor. Kürdistan’ın kurtuluş yolunun ve Kürt kimliğinin eşit statü durumunun nasıl ve nereden geçtiği konusunda da ciddi bir ideolojik muğlaklık söz konusu. Tüm siyasal enerjisini bu ülkeyi demokratikleştirmek veya seçim ittifaklarına harcamak içeride zihinsel ve kültürel asimilasyonu hızlandırabilir, radikal bir kopuşa yol açabilir. Kürt tarihi, edebiyatı ve sineması üzerinden gençlikle yeniden güçlü köprüler kurmak büyük aciliyet arz ediyor. Çok uzatmak istemiyorum elbette. Belli eksikliklere ve sorunlara dair önerebileceğim bir sürü yaratıcı projem var gerçekten. Beni seçip veya seçmemelerinin hiçbir önemi yok, beni dinlemeye değer görürlerse şayet her zaman bazı fikir ve projelerimi her platformda hareketle seve seve paylaşmaya, omuz vermeye hazırım. Bu kolektif siyasal akla zerre kadar katkım olursa ne ala. Bu hareket, bu tarih hepimizin. “Ütopya içermeyen bir dünya haritasına göz ucuyla bakmaya değmez” demişti Oscar Wilde. Kürt hareketinin bir ütopyası var, bu hareketi önemsememin temel gerekçesi budur, sadece bir ulusal güç vaat etmiyor, toplumsal kurtuluşa dair de sağlam bir ajandası var.
Son olarak şunu sorayım, edebiyatı çok sevdiğinizi biliyoruz, edebiyat eleştirisi konusunda da çok önemli yazılar yazıyorsunuz. Çağdaş dünya edebiyatı ve Kürt edebiyatına dair okuduğunuz kitapları bizimle paylaşıyorsunuz. Edebiyatla siyaset ilişkisi konusunda neler söylemek istersiniz?
Latin Amerika edebiyatının büyük ustalarından Mario Vargas’ın çok sevdiğim bir sözü var: “Edebiyat talihsizliğe karşı en iyi savunma yöntemidir”. Gerçek hayattaki talihsizliklerin, felaketlerin, yok sayılışların, yaşanmamışlıkIarın, yarım kalmış her şeyin kurmaca bir intikamıdır edebiyat. İspanyol Engizisyonunun kurmaca eserleri tehdit olarak görmesi, sansürleyip üç yüz sene boyunca Amerika’daki bütün sömürgelerde yasaklamasının temel sebebi budur. Kurmaca dünyalar yaratmak, özgürlüğü kullanmak ve özgürlüğü engellemek isteyen kişi veya otoritelere karşı sesini yükseltmektir. Kurmaca, unutulmuş, dışlanmış veya bastırılmış ne varsa açığa çıkarma ve yeniden diriltme sanatıdır, onların sesine kulak kabartmaktır. Felaketin eksik olmadığı coğrafyalarda yaşadığınız talihsizliği ya devrimci bir siyaset aracılığıyla ortadan kaldırmaya çalışırsınız ya da kurmaca dünyanın aldığı intikamdan güç alırsınız. İkisi de talihsizliğe karşı bir savaştır, üstümüzü çizmiş Büyük Tarih’ten öç almaktır. NupelTv