Belki ben düşünmezdim onlar gibi ama çevreden duyunca insanın diline yerleşiyordu. Kimse görmezdi Sebahat teyzenin güzel gözlerini. Kimse hissetmezdi Muazzez ablanın çocuklara şeker dağıtırken mutluluğunu ve kimse sormazdı ‘Yılmaz neden deli?’ diye. Fakat olan bir şey vardı; herkesi kötü gördüğümüz yanlarıyla bilir, öyle lakap takardık.


Hani çocuktum ya ilköğretim öğrencisiydim. Okula gitmek için evden çıktığımda sokakta top oynayan arkadaşlarıma takılıp okula geç kalmıştım. Okula koşa koşa varıp sınıfın kapısına ulaştığımda, kapıda ağlayan yaşıtımı görmüştüm. Elleriyle kapattığı yüzünü açtığında, yaşlar içindeki yüzünden tanıdım onun, aşağı mahalleye taşınmış kötü kadının kızı olduğunu. 


Yaşıtımın adının Nihal olduğunu öğrendim. Elimi uzattım tuttu. Birlikte sınıfa girdik. Yanımda Nihal’i görenler bir an ayaklanma teşebbüsünde bulundular fakat geri oturdular. Ne diyebilirler ki bana. Okulun en çalışkan öğrencisi, öğretmenlerin gözdesi ve abim okulun en serseri öğrencisiyken. Bir “abi” diye seslenmemle başlarına neler gelir biliyorlardı. 


Yanımdaki arkadaşımdan müsaade isteyerek Nihal ile aynı sırada oturduk. O an Nihal’in gözlerinde gördüğüm ışıltıyı bir daha hiçbir gözde görmedim. Nihal’in babası trafik kazasında vefat etmiş, demek annesi geçim derdiyle bu yolu bulmuş diye düşünüyordum.  


Nihal’i böylesi toplumdan dışlayan suç annesinin miydi?

Yoksa düzenin miydi? İşin içinden çıkamıyordum. Ama Nihal’i günden güne daha çok sevmeye başlıyordum. Herkes kötü diye dışlasa da ben ona çok alışmıştım. Birlikte Abdullah dedeye giderdik bize yıldızların altında masallar anlatırdı. Okul çıkışlarında annesi evde olmadığından eve gitmez bizim mahalleye gelirdi. Mahallede top oynar, ip atlardık. Bizim mahalledeki çocuklar da sevmişti Nihal’i.
Zaman su gibi akıp gidiyordu ve ben Martı sokağında, kırık bir Martı kanadı onarıyordum.

Benim annemde hiç kızmazdı, onunla oynamama. Annem kızmayınca “demek annesinin işi o kadar da kötü değilmiş” diye düşünürdüm.