Van’a gittiğinizde kendinizi ikna ederek şunu dersiniz; “Evet, Van’da yaşayabilirim.” Çünkü her ne kadar potansiyeli değerlendirilmemiş olsa da Van’ın kültürel ve tarihsel envanteri, doğal güzellikleri ve jeo-stratejik özellikleri hemen fark edilir. Yani bir tüccarın da, bir seyyahın da, bir sanatçının da Van’da yaşaması için yeterli sebep var. Özellikle Van’ın sınır kenti olması, tarihsel derinlik ve Van Gölü faktörü Van’ı şanslı kılan üç özelliktir. Buna rağmen Van’ın mevcut potansiyelini kullanması mümkün olmamıştır.

Tabii Van’ın potansiyelini kullanması bir yana, mevcut sorunlar Van’da günbegün büyümüş durumda. Sormak lazım: Büyükşehir statüsünde olup da şehir stadyumu olmayan başka bir kent var mı? Büyükşehir statüsünde olup da çevreyolu olmayan başka bir kent var mı? Çevre yolu için Van dışında 18. Maddeye takılan bir kent var mı? Uğradığı depremin üzerinden yıllar geçip de sorunları çözülmeyen başka bir kent var mı? Zar zor aldığı krediyle işini ve ticaretini büyütmek yerine borçlarını kapatmak zorunda kalan esnafın derdine bir çözüm neden bulunmuyor? Katlı otoparklar yapmak yerine hazır olanı yıkıp kentin cadde ve sokaklarıyla parkomat keyfiyetine teslim edildiği başka bir kent var mı?  Peki Van dışında halen ilçesinde devlet hastanesi olmayan bir yer var mıdır? Van Gölü’nün mukadderatı, iki caddeye hapsolmuş kentin trafik keşmekeşliği, tarihi kümbet ve kiliselerin kaderine terk edilmişliği, bürokratik engellerle takılmış ticari hayatın durgunluğu…

Sorunlar doğru temelde tartışılmıyor

Bütün bunların sonucunda Van’ın sosyo-ekonomik gelişim endekslerinde sürekli 75 ila 81’inci sıralarda olduğunu görüyoruz. İnanılmaz genç ve dinamik nüfus var ama Vanlı gençler başka kentlerde çalışmak zorunda kalıyor. Ailelerin parçalanması bir yana, inşaatlardan düşüp hayatını kaybeden gençlerin haberlerine rastlıyoruz her gün. Elbette her kentte sorunlar olabilir; hatta bu sorunlar derinleşebilir. Ama Van’da sorunların çözümsüz kalmasının özünde yerel dinamiklerin sorunları doğru temelde tartışmaması yatıyor.

Bu konuda Van yerel basınının ciddi bir özeleştiri vermesi gerekiyor. Özellikle belli bir kesimin gösteriş kokan hareketlerinin şişirilip adeta kısa bir süre zarfında harikalar yaratılacak şeklinde sunulduğuna bolca şahit olduk. Oysa medyanın görevi cilalamak değildir; verilen vaatleri ve sözleri kayda alıp bunun takibini yapmaktır. Mesele soralım: Kentte aldığı oy oranıyla iktidar olan bir partinin çalışmalarını ve mesajlarını görmezden gelmenin gazetecilikle açıklanabilir bir tarafı olabilir mi?Kısacası kişiler angaje oldukları siyasi görüş ve partinin dışındaki seslere de kulak vermelidir.Gazetecilik iddiası varsa yapılması gereken budur. Çünkü evrensel anlamda gazetecilik meslek ahlakı dediğimiz bir norm var.

Aynı şekilde kentin sivil toplum örgütleri de kamuoyu oluşturma ve icra makamı üzerinde etki kurma gücüne sahip olmasına rağmen bunun hakkını verip vermediği sorgulanabilir. Kentin sorunları söz konusu olduğunda “Dostlar alışverişte görsünler” yaklaşımını terk etmek lazım. Çünkü bir kentin ve halkın kaybedeceği on yılları yok. Nazım Hikmet’in şiirinde geçtiği gibi toplum “Artık ümit yetmiyor bana, / ben artık şarkı dinlemek değil, / şarkı söylemek istiyorum” diyor. Dolayısıyla bu vaziyet ve manzarayı umumiye içerisinde 31 Mart yerel seçimlerine günbegün yaklaşıyoruz. Bu sebeple yerel seçimde medya ve sivil toplum da test edilecek.

Kıstasımız demokrasi olmalıdır

İletişim imkanları gelişip çeşitlendikçe yerelin dünyayla ilişkisi de gelişti. Çünkü küreselleşme ile dünya küçük bir köye dönüşüyor. Belki de bu yüzden kent eşrafının ve aydınının evrensel hukuk değerleri ve en insani yaşam standartlarına göre kendini de, kentini de düşünmesi gerekiyor. Bunun için de çağdaş ve gelişmiş ülkelerdeki yerel demokrasi deneyimlerini özümsemek lazım. Yerel demokrasi, kentin kendi özgünlüğüyle kendini yönetmesidir. Aynı zamanda “yerel”, anayasaya göre idari yapının da bir bileşenidir. Ama önemli olan, idari yapının diğer bileşeni olan “merkez”in yerel ile ilişkisinin doğru kurgulanmasıdır.

Van’da 2014 yerel seçimlerinde Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Gevaş ve Tuşba dışında bütün belediyeleri almıştı. Ama 2016 Eylül’ünden itibaren belediyelere kayyum atanmaya başlandı. Belediye Meclisleri işlevsizleştirildi. Halkın üstün yararı amacıyla açılan sosyal, kültürel, sağlık, kadın, eğitim vb. birçok kurum kapatıldı. Bu ahval ve şerait içinde kıstasımız “demokrasi” olmalıdır. Herhangi bir partiye angaje olunması önemli değil. En nihayetinde kayyumlar, demokrasi anlayışımıza aykırıydı ve varsa bir yanlışlık, demokratik seçimler bir şans olarak vardır. Bir kesimin buna inancı yoktu gerçekten. Ama her gün şişirdikleri kayyumlar, Sayıştay raporlarına tosladılar. Kayyumlarla ilgili PR çalışmaları da hayli abartılıydı. Bir proje soğumadan diğeri açıklanıyordu. Peki neden aday olmadı ki bunlar? Bu konuda yazılabilir çok şey var; ama bunu toplumun ferasetine bırakalım.

Van kendi iradesini tesis edecek

Bu ahval-ı umumiye içerisinde 31 Mart Yerel Seçimleri büyük bir demokrasi şölenine dönüşebilir. Çünkü seçimler, toplumun kendi iradesini tesis etmesinin yoludur. Elbette seçim gününe kadar birçok tartışmaya şahit olacağız. Ama Van’da Halkların Demokratik Partisi (HDP) belediye eş başkan adaylarının coşkuyla karşılandığını gördük. Özellikle HDP’nin “Ya Me Ye (Bizimdir)” sloganı, kararlığı içeren yönüyle toplumu konsolide ediyor. Rehavete kapılmamak lazım ama HDP’nin büyük bir başarıya imza atacağını söyleyebiliriz. Çünkü Vanlıların coşkusundan bunu okuyoruz.

Seçim günü yaklaşırken Van’da siyasi partilerin performansı ve toplumun eğilimleri başka yazılarla analiz edilebilir. Bu nedenle yazının kapsamını dar tuttuk. Dolayısıyla son sözümüz de genel bir mesaj içerecektir. Ülkenin demokrasiden başka çaresi yoktur. Demokrasi ise yerelin gücünden gelir.