Evrenin varoluş sürecinde dünyamız milyarlarca yılda insanın yaşamasına olanak sağlayan bir dengeye kavuştu. Şüphesiz bunda suyun varlığının yadsınamaz bir etkisi var. Bugün milyon dolarlık bütçelerde artık uzayda da “hayat” arıyoruz. Aslında aradığımız şey suyun kendisi; çünkü fosil de olsa bir su damlası yaşamın ipucu olacaktır. Öyle ki NASA, Curiosity robotunu Ağustos 2012’de Mars’a indirmeyi başardığında sadece iniş roketlerinin etkisiyle beliren mavimsi kayalar bile bir heyecan yaratmıştı. Bilim ekibinden John Grotzinger heyecanını sözlere dökmüş, bunun belki de bir zamanlar Mars yüzeyindeki bir nehir yatağından yayılmış kaya ve tortu parçaları olabileceğini belirtmişti.

Kısa vadede terk-i diyar edip Mars’a yerleşmemiz mümkün değil. Ama şehrimizin sahip olduğu doğal güzelliklere, Profesör Grotzinger’in Mars’taki mavimsi tortu karşısındaki heyecanıyla bakabiliriz. Mesela Van’daysak; Van Gölü’nün maviliğine bakışımızı verebiliriz, Muradiye Şelalesi’ne kulak kesilebiliriz, Kanispi Şelalesi’nden bir tas su içebilirsiniz. Çünkü fark etmesek de ekosistemin dengesi her gün biraz daha bozuluyor, doğal kaynaklarımız azalıyor. Bunlardan bir tanesi de büyüklüğü ve maviliğiyle insanı büyüleyen Van Gölü. Evet, 25 yıllık kritik bir süreç var önümüzde. Peki insanoğlu milyonlarca yıllık bir mucizenin kaybolması karşısında ürperecek mi? Ürpermek için suyun serinliğini hissetmek, canlılığına dokunmak, maviliğini görmek gerekiyor. İşte burada sormak lazım, Van Gölü fiziksel sınırlarımızın dışında gündelik yaşamamızda ne kadar yer alıyor?

Van, gölün kenarında mı?

Kime sorsak istisnasız herkes Van’ın göle kıyısı olan bir şehir olduğunu söyleyecektir. Ama Google Earth haritaları insanı buna ikna edemiyor. Eğer Urartu halkının kurduğu eski Van’ı saymazsak. Tabii ki Van’ın fiziksel coğrafyasının göle kıyısı var; ama insanların gündelik yaşamlarının suyla ilişkisi yeterli mi? Bunaldığımızda zahmet çekmeden suyun kenarına atabiliyor muyuz kendimizi? Van’a gelen bir turist kolayca Van Gölü manzaralı bir fotoğraf çekip İnstagram’a atabiliyor mu? Bunu önemsiyorum; çünkü Doğu Ekspresi, gençlerin çektiği fotoğrafları sosyal medyada paylaşmasıyla ünlendi, Kars’a turist akını oldu resmen.

Yaşar Kemal’in 1950’li yıllarda yaptığı gezilerinden oluşan Bu Diyar Baştanbaşa kitabını bilirsiniz. Kitapta Van’la ilgili bir bölüm de var. Yazımın başlığını da oradan esinlendim doğrusu. Yaşar Kemal diyor ki: “Van’a gelmeyenlerin, Van hakkında bilgileri az olanların çoğu, onu gölün kıyısında sanır. Bana da öyle geliyordu. Van, göle tam yedi buçuk kilometre uzaklıktadır. Vanla göl arasında, Koca Evliya Çelebinin de dediği gibi, çökmüş bir deve gibi duran Van Kalesi vardır.” (S.27) Devamında Yaşar Kemal, eski şehrin suya yakın bir yerde meskun olduğunu ama daha sonra şehrin yukarı tarafa çekildiğini anlatır.

Kitabının devamında Yaşar Kemal – ki aslen Vanlıdır – şunu da söyler: “Bir zamanlar, ‘Dünyada Van...’ sözü muhakkak ki boşuna değilmiş. Çalışılırsa şimdi de doğru olabilir. Ama nerede Van, nerede boz beygir? Van yıkılmış da yapılmamış. Bu gidişle yapılmayacağa da benziyor. Vanlılar kadar şehirleriyle ilgisiz insanlar hiçbir yerde göremezsiniz. Bundan dolayıdır ki, Van, Van olamayacaktır. Bahtsız diyar.” (s.29) Tabii bu sözlerin üzerinden 60 yılı aşkın süre geçti. Doğrusu Yaşar Kemal’in bugün yaşasaydı ne diyeceğini merak etmiyor da değilim. Ama Van’ın her açıdan büyüyüp gelişmesi için düşünmek, tartışmak ve üretmek zorundayız.

Şehri suyla buluşturmak lazım

İçinden nehirlerin aktığı, deniz veya göl kenarında kurulan şehirleri severim. Çünkü suyun stres giderici bir etkisi var. Birçok şehir var ki suyla bütünleşecek şekilde imar edilmiş. Adımını atsan ayağına su ulaşır, elini uzatsan suya dokunursun, akşamleyin bir meltem rüzgarının serinliği sarar bedenini. Ama kocaman Van’da hayat, şehrin tüm kılcal damarlarına, özellikle de suyun kenarına akmıyor. Şehrin yoğunluğunu sadece iki cadde taşıyor. Bazı şehirlerde buna “Mecburiyet caddesi” adı verilir. Çünkü nereye yürüseniz veya ne yapsanız fark etmez; kendinizi aynı eksende dolaşır bulursunuz.

 Aslında yaşadığımız şehirler; kültürel, yaşamsal ve doğasal anlamda bir insan bedenine benzer. Sağlıklı bir bedende kalbin isteğiyle kan vücuttaki damarlardan kılcal damarlara değin akar. Aksi durumda sağlık bir bedenden bahsedemezdik. Kentlerde de insan yaşamının adeta sağlıklı bir bedende olduğu gibi kentin bütün kılcal damarlarına akmasını sağlamak lazım. Özellikle de gündelik yaşamın, suyun kenarına doğru akması pek güzel olacaktır. Böylesi bir durumda suya yönelik en basit bir tehdit karşısında bile sosyal duyarlılığımız da büyük olacaktır.

Duyarlılık çabaları artıyor

Aslında Van Gölü’ne ilişkin bir süredir canlanmış bir duyarlılık var. Büyükşehir Belediyesi, 17 Haziran’daki ilk Meclis toplantısında 17-24 Haziran tarihlerini  “Van Gölü Havzası Farkındalık Günleri” olarak kabul ederek bunun öncülüğünü yaptı. Başlatılan #VanGölüNefesimizdir kampanyası ciddi bir farkındalık yarattı. Sonrasında farklı kesimlerine katılımıyla bir Van Gölü çalıştayı düzenlendi. Çalıştayın sonuç bildirisinde Van Gölü için yapılması gerekenler sıralandı. Bunu Van Milletvekili Murat Sarısaç’ın “Van Gölü ve Yöresini Koruma Kanun Teklifi” ile konuyu Meclis gündemine taşıması izledi. Ayrıca VangölüAktivistleri ve STK’lar da “Van Gölü İçin Bir Adım da Sen At” kampanyasını başlatarak yürüyüşlerini sürdürüyorlar.

Şüphesiz bütün bu çabalar, şehrimizi ve doğamızı korumak adına önemlidir. Ama her şeyden önce Van’da doğal yaşamın suya dokunmasını sağlamak gerekiyor. Belki bu sayede suyun kendisi bizim için vazgeçilmez olabilir. Dolayısıyla ayağımızın suya dokunduğu ve elimizin suya değdiği kadar suyumuzun geleceği konusundaki kaygımız da büyük olacaktır. Yine ortak bir çalışma ve motivasyon için mutlaka “Van Gölü Belediyeler Birliği” kurulmalıdır. Çünkü bahse konu olan Van Denizi’dir, Van Gölü havzasıdır. Hani Yaşar Kemal’in de “Dünyada hiçbir göl, hiçbir deniz, hiçbir su Van gölünün maviliğinde olamaz. Masmavi... Deli eden bir mavilik. Ne gökyüzünde vardır öyle bir mavi, ne de başka bir yerde.” (s.33) sözleriyle hayran kaldığı…