Toplumların başını sürekli derde sokan kavramların biri de hiç şüphe yok ki şiddettir. Şiddet öyle ha denilerek anlaşılacak bir boyutta değil. Çok yönlü etkileşim içinde biçimlenip şekil alan katmanlı bir sosyal edinme alışkanlığı belki de hastalığıdır.Şiddet, bireyin işgal ettiği kareye göre motive olur. Ki mi zaman tahammül edilir, ki mi zaman ise içinde çıkılmaz bir tavır şeklinde kendini gösterir. Burada mesele, çekilmez olan ya da tahammül edilmez olan duraklarda bulunmamaktır.

     Şiddet'in zemin bulduğu hatta beslendiği alanlar o kadar çokça sıralana bilinir ki, hepsinin özgünlükleri, kendine has özel durumları ya da kendine has biçimlenmeleri üzerinde durursak sağlıklı bir neticeye varmamız zorlaşır. Çünkü şiddet bazen belki haksız bir talep de, belki zor karşılanır bir istekte hatta başkasına üstün gelme noktasında önümüze çıkabilir. Onun için bunları başlıklara bindirirsek şöyle diyebiliriz:

    1-Edinim ve statü isteği.

     Oldum olası kazanma ve bilinir olmak hem kişi bazında hem de toplum (devlet) bazında başa bela bir istek olmuştur. Bütçelerin tutturulamaması, daralan ekonomik alanlar ve mülkiyet ile ilgili uyuşmazlıklar insanı yeni hedeflere yönlendirir. Bu yeni hedef arayışların nedenleri yetmezlikleri, üretimsizliği  ya da karşılanması pahalı isteklerine çare yönünde ise sıkıntı yok. Fakat nedenler başkasının sofrasında aranınca şiddet kaçınılmaz olur. Dolaysı ile reklam tarzında yeni yeni...büyüklükler ve istekler devreye girer.

    2-Kaprisli siyaset anlayışı.

    Kişi ya da toplum yönetiminde siyasi kurumların yıpratılması veya otoriter anlayışların geliştirilmesi şiddetin başak göstergeleridir. Katılımcı olmayan bir zemin üzerinde denetim mekanizmaları işlemeyince şiddet tüm şiddeti ile kendini gösterir. İnsan hakları ihlalleri bollaşır. Hukuk ağırlıklı olarak birilerine göre işler pozisyon alır.Adalet testere gibi değil keser gibi çalışır ve meşruluk tartışmaları başlar. Kolektif anlayış,dayanışma ruhu bireyselliğe dönüşünce problemler çoğalır.

    3-Sosyal ve kültürel yetmezlikler.

     Gelirlerden adaletsiz dağılım,yetersiz eğitim olanakları ve sağlıkta yararlanma imkanları makul değilse, şiddetin beslenme kanalları devreye girer. Böylelikle zayıflayan toplumsal doku yerinden olmuş gruplara ve göç dalgalarına neden olur.Bu gelişme hem şiddete aday bir gelişmedir hem de şiddet heveslilerin bahanelerini çoğaltır. Millet, ırk ve diğer sosyal değerlerde devreye girince şiddet boyutlanmaya başlar. Yani egemen bir kültür üstünlüğünü geliştirmek için başka kültürler üzerinde söylem ve semboller üzerinden hareketle  gelişmelerini engellemektir.

   4-Kabullenme ve uyumsuzluk çelişkisi.

   Denilebilinir ki şiddetin en çok hüküm sürdüğü alandır.Devlet vatandaş güvensizliği burada kendini gösterir. Grupların birbirleri ile takışmaları bu kategoridedir.İnsanların şiddet adayı olma talimgahı buradadır.Toplumsal kutuplaşmalar burada hayat bulur.Tüm olumsuzlukların ortak özelliği sürekli 'korkuların' varlığı üzerine kurulu olduğudur. Aslında çoğu korku ve algının varlığı da yoktur. Şiddet gösterilerine bahane gösterilen nedenlerdir.

    Sonuç olarak her şiddet davranışı, her şiddet arayışı huzursuzluğa sıkılan zehirli kurşun gibidir. Şiddet bireylerin, toplumların ve devletlerin refah yönündeki enerjilerini hırpalayan nedenlerdir. Bu davranışları insanlar kendileri ile barışık olma eğilimlerini geliştirmekle yenebilir. Paylaşım duygusunu geliştirme ile hayatından çıkarabilir.