Hayat bu, üzülmeye, kıyametleri koparmaya zamansızlık denen olguya takılmaya  değer mi.?    Bırakın hayatı, olduğu gibi yaşayın ve zaman denen anlamsız olguyu hayatınızdan çıkararak  yaşamayı öğrenin.

 

Henüz çok küçüktüm,zamanı,hayatımdan çıkarmayı öğrendim. Bana bir ölüm anlattı,hayatı sıfırlamayı ve zamanı yok saymayı. Ellili yaşlarda dünyalar yakışıklısı bir adam ölüme doğru yol alıyordu. Ölümün  kapıda olduğunu his ettiği halde hala zamanım kalmadı diye feryat ediyordu. Evet çokta haklıydı bu feryadında.Sağa sola zamanının yetmediğini daha çok yapması gerektiği şeyleri anlatıyor, vasiyetlerde bulunuyordu. Çok şaşkındım, bu zaman nasıl bir şeydi ki ölüm anında bile yaşamın önüne geçebilmişti.O gün anladım zamanın bir kandırmaca olduğunu. Gerçekten gece ve gündüzün içinde zaman yoktu. Sadece yaşam vardı. İşte o günden berri saat kullanmıyor, dakikalara , tarihlere takılmadan ölümün  ve var olmanın her an kapıda olduğunu düşünerek yaşıyorum gerilmiyorum.

 

Öğreti ölüm, aslında hayatımızın her gününün,her dakikasının, sıfır noktasında olduğunu. Zamanın testere görevi yaptığını. Dünü yaşamak elbette önemliydi. Bu günü ve bu anıda. Oysa elle tutulur  ne dakikalar, ne günler nede yıllar vardı. Sadece  beynimizde söylemlerden kalan zamanlar vardı. Sadece geçmiş ve an denen zaman kandırmacasından öte bir şey yoktu. Ne elle tutulur bir geçmiş zaman,nede zaman içinde kokusuna  alıştığımız insanlar ve objeler  vardı.

 Neyin kavgası ve gürültüsünü yaşıyorduk ki. Ağlamaların, anlık kahkahaların, çözümsüz problemlerin, zamanın getirileri olarak mı  görüyorduk. Yoksa biz mi hayatı yuvarlamasını bilmiyorduk.? Zaman denen olguya takılıp kalmıştık.

 Çözümsüz ne vardı ki ölüm haricinde. Bizlere ölümün öğrettiği zaman sayacının hep sıfırda olduğu.Son noktada bile gayeler sadece zamandı.Yaşarken olmayan dakikalar için koşturmaya çalışırken ölümler zamanın hayatımızda disiplin olmak dışında, çokta önemli olmadığının en güzel anlatımıydı. İnsanlar başladıkları  sıfır noktasına  ölüm ile geri dönüyorlardı. Yaşarken zaman ile yarışmaktan kendine vakit ayıramamıştı yakışıklı adam. En çok da ellili  yaşlara geldiğinde olmayan zamana kırgınlığını anlatıyordu. Daha erken,ölüm kapımda zamanı değil diyordu. İşte bu cümle benim,o gün saati kolumdan çıkartmamı, yılları hayatımdan atmamı doğum günlerinin önemsizliğini,kısacası zamanın insan psikolojisini derinden etkilediğini öğretti. Doğum ile ölüm arasında sadece saliselerleri mi  vardı.? Yoksa buda mı aldatmacaydı. Aslında doğum ve ölüm yarasında sadece aldığımız nefesler hariç hiç bir şey yoktu.

 Çıkardım hayatımdan zamanı daha özgür daha keyifli yaşadığımı öğrendim. Öğrendim, hayatın kandırmacalarını eğri büğrü zaman dayatmalarının anlamsızlıklarını. Koşturmamayı,ağlamamayı, aslında hayatı itmeyi öğrendim. Zamanı hayatıma almadan yaşamayı öğrendim.Vakit gelse de son nefese, yaşadığım her anın nefesimde zaman olarak değil hayatımın getirisi olarak anlamayı ve üzülmemem gerektiğini öğrendim. Öğrendim zamanın insanları bir at gibi koşturduğunu.

 İnsan ölüyor. İlk soru kaç yaşındaydı. Ne yapacaksın yaşını, ölüm yaşını yaşadığı  zamanla mı çarpacaksın. Sor bakalım mevta hayatını ıskalamış mı? Yoksa  hayatı yuvarlamadan zamana mı takılmış. Ne önemi vardı kı yaşının?

  Zaman aslında sesiz bir testeredir. Bu testereyi hayatınızdan çıkararak yaşamayı öğrenirsek daha mutlu eğlenceli  dakikaların sizlerin olacağını düşünerek hayatın her anının size gülmesi dileğimle. Sevgimde kalın.