Ötekilerin dünyasından sana bir mektup bıraktım, ulaşır mı? Bilmem; benim için önemliydi.
Aaa bak yukarda kuş var denilen zamanlar çoktan büyüdü. Bir tek gün batımına kadar uzanan güneşin gamzesinde uyuttuğumuz hayallerimiz büyümedi. Oysa ben; hala gökyüzüne mektup gönderecek kadar küçük, oysa ben; hala gökkuşağının gökyüzüne kadar uzanan bir merdiven olduğuna inanan. Bir tek ben miyim; hikâyelerin kandırmaca günlerinde kalan? Biz hiç büyümeseydik hikâyelerin ve güçlü masalların anıları ile çoğalsaydık bu kadar kirlenmezdi dünya. Taşıdığıma inandığım bir kalp ile uzun uzun bakıyorum sihirli, parlak kâğıtlar ile süslenen anı defterime. Sen de öylece bak diye anlamsızca etrafımda olanlara gösteriyorum. Görünmeyen, hissedilen ağrılar ile çünkü insan olmak bunu gerektirirdi. İnsanlıktan nasibimizi aldığımız geçmişte yaşadıklarımız belki o günler gün yüzüne çıkardı.
Kapının eşiğinde geniş bir hiçlik var, derin acıların iz bıraktığı o kırmızılık. İçeride kimse yokmuş gibi kapılar askıda, karantinaya alınmış gibi aramız da bir sınır, sahi sınırlar niye vardır? İnsan insana neden yabancıdır? Acılarını bilmediğimiz insanlar ile aramıza sınır koyamazdık, şimdi en anlamsız yerinden vuruluyor çünkü herkes kendi iniltisinin şahıdır, çünkü herkes biraz ötekinin dünyasının yabancısı. Sorgulanmayan, bilinmeyen yaşantılar neden yabancıdır bize? Oysa bizi biz yapan insani değerler değil midir? İnsan olmayı ne zaman unuttuk.
Tanrım sana sesleniyorum; kaçıncı nüsha da unuttun bizleri? Dilini ve inancını belirleyen sen isen; neden bu kadar yabancıdır insan, insana? Neden; çok dil vardır da hep bir inkâr da çoğalır? Canımı acıtıyor; isimsizler mezarlığın da sayılardan ibaret yolcuğu. ‘‘Toprak olmak ne garip’’ diyordu sanata dair sanat düşkünü bir usta. Toprak olmak var ise beden bu kadar toprak için neden kavga eder? Taşınan bir bedenin yükü neden bu kadar ağırlaştırılır? Beynim taşmaya yüz tutan bir nehir gibi kıvranıp duruyor. Bu kadar ah nereye gidiyor? Bu kadar dua nerede toplanıyor? Tanrım; bana sabrı öğret, en çok etrafımda bu kadar yaşanan acılara kayıtsız kalmayı.
Önümüzde sonsuz bir yol varmış adımlar hızlanıyor, hiç bitmeyecek gibi ilerliyor oysa biz o yolu çoktan yarıya indirmişiz. Geçmişimiz de büyüttüğümüz o nur yüzlüler yok artık. Etrafta bütün kinini ve öfkesini püskürten koca koca veryansınlar. Sahte, bayat iyilikler çoğaltıyor maskeler. Hep bir yalana çanak tutar gibi büyük alkışlar. Ne garip değil mi kendinden olmayanı sevmemek? Tuhaflık akıyor bir saltanatın devrik cümlelerini tekrarlar gibi.
Yüreğim yüreğime çarpıyor, yüreğim kendine bile merhametsiz. Kendime yetiyor güç gösterilerim. Beni kendim ile konuşur vaziyette bırakma tanrım, insanların bir birine yaptığı zulüm, en çok beni korkutuyor. Öylesine yürüyor ve büyüyor merhametsizlik, merhamet duygusu kendine bile sevimsiz. Vicdan darağacında kimsesiz, tanıklık eder mi meyvesiz ağaç? Kimseyi üzmez benim yokluğum, diye çıkılan yol en çok kendini üzdüğünden habersiz geçiyor günlerimiz. Gökyüzüne mektup bıraktım tanrım; bize temiz sayfalar çoğalt, bizi insan gibi insanlar ile denk düşür…