VanEkspres sitesi yeni yazarı Mehmet Sait İmret'in ilk yazı dizisi... Kapıların Kaderi...

Ben Yafes

Daha önce ellerime hiç bakmadığımı fark ettim. Kocaman parmaklarla iki el. Birbirine bu gece fısıldayıp sözleşmişler gibi, bir gecede büyümüş kocaman iki elim.

O sabah uyandım, ellerime baktım. İnsanın elleri nasıl olur da bir gecede bu kadar büyür diye düşündüm uzun uzun. Şaşırıp kaldığımı anımsıyorum. Parmaklarıma uzunca bakıp sanırım ben artık büyüyorum dedim. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Olmasın da. Eski ne işime yarıyordu ki?

Ben o gecenin nasıl bu kadar çabuk geçtiğini bir türlü anlayamamıştım. Ve sonrasında hayatımda bir çırpıda başlayıp bir çırpıda biten şeyleri de. O gecenin sabahında sadece şunu anladım. Hayatımızdan hızlıca geçmiş gibi yapıp, bir ömür boyu aklımızdan hiç çıkmayacak olan şeyler de varmış. Ellerimin bir gecede büyümüş olmasına şahitlik etmiştim nasıl olsa.

Bu aklımdan çıkmayacak şeyler, hayatımın önünde kocaman bir çukur olup duracaktı. Ve sanırım ben hayatım boyunca o çukura bakıp ‘bana böyle ne oldu?’ deyip duracaktım.

Yıllar önce bir şey unutunca üzülürken şimdilerde bir şey anımsıyor olmanın garip duygusunu yaşıyordum. Sanırım hatırlamayı da sevmiyordum artık. İnsan yıllar sonra hatırlamanın ne denli zor bir şey olduğunu daha iyi anlıyordu. Hatırlamak sadece insana mı dedim kendi kendime. Öyleymiş meğer.

Şimdi her şey aklımda maalesef. Ben o sene çiçek gibi karşılamıştım seni . Biliyorum, duyuyorum dedim o sesleri. Balkonlarında teneke kutuları içinde çiçek besleyen genç kızlar vardı mahallede. Yüzüm o çiçekler kadar itinalıydı. Sonra büyümek taş koyar ya insanın kalbine, seni gördüm. Benim taşım da, yastığım da sen oldun. Yüzümün bazı yerleri çiçek açmış, tenimin bazı yerleri bir iç savaştan yeni çıkmıştı. Oturup hep o çiçekli balkona baktım. İnsan bazı evlerin balkonlarına hep bakar olacaktı hayatı boyunca. Bakar oldum ben de.

Sadece balkonlarda büyümeyi bekleyen çiçekler yoktu tabii mahallede. Murat amca da vardı, asi biriydi, herkes korkardı ondan. Sokağın başından içeri girdi mi fellik fellik saklanacak yer arardık. En çok da sen kaçınca erkekliğim tutardı. O yüzden sana siper olurken kolumu kırmışlığım da vardı tabii. Bunlar hâlâ önemsiz şeyler. Hiç ağlamadım kolumu kırdığımda. İnsan ağlamayı utanç sayıyor bazen, saymıştım ben de o zamanlar. Ağlamamın utanç sayıldığı yaşlarım olmuştu artık. Şimdi bakınca da bundan utanıyorum. Ağlasaymışım keşke diyorum.

Sokağa açılan kapıları çok severdin. Derdin ki, ‘Kapılar kader saklıyor herkesten’. Nasıl da bu kadar büyük şeyler söyleyebilir insan diye sordum sana. ‘Oku’ dedin. Ben o günden sonra ne bulsam okudum. ‘İnsan kalbine yetişmek için okur’ dedin sonra. Kalbimin ve aklımın savaşına haberim olmadan başlamış bulundum ben de. Biraz daha büyümeye çalıştım hep.

Hayatım nerede bozulursa hep orada  hayatta kalabileceğimi hissettim ben de. İnsan bozulan şeylere de inanmalıydı. İnandım ben de . Hayatım bozulmuştu artık. Buna da inandım. Büyütmenin bir lanet gibi hayatıma girdiğini anlamadan yol aldım sürekli. Dedim, bu büyümek ölünceye kadar sürecek galiba. ‘Hâlâ’ dedin.

Sonra ne mi oldu? Ben senin geçip gittiğin yerlerden geçmeye çalışırken, geçtiğin yerlerde kaldım hep. ‘İnsan bazen geçmeyi beceremiyor ki’ dedim sana. ‘Olsun’ dedin, ‘Sen kapılara inan, sokağa çıkan kapılara en çok. Onlar herkesten kader saklıyor çünkü. Kapıların kaderine de inan’ dedin.

İnanıyorum dedim içimden.