"Hayal kırıntılarının arasında sen vardın, sonra görücüye çıkan bir çok kelimenin hayal kırıklıkları’’

Hep bir bahane ile gölgene dayandım, hep bir bahane ile sesinin virgül'lerini dinledim. Konuşa bilmek için iyi halinden iyiliği öğrenebilmek adına, sayısız soru işaretleri çoğalttım. Bütün bahaneler tükendi artık, bahaneler bile yokluğunu dert ediyor. Kelimelerden hayali cümleler çoğalttım. Şimdi de sen; türlü türlü bahaneler çoğalt, iyi misin de örneğin? İyiyim diyeyim, çok iyiyim! Pinokyo’nun burnunu uzatacak kadar çoklu yalanlar söyleyelim. Sonra ülkemi ve halkımı sor? Dağ kesiği gibi uzayıp giden gözlerimin nasıl da bir buluta döndüğünü? Durmadan akıntıya kapılan balıkların kurtulma isteği gibi merak uyandıran sorular bul ve ben sana uzun uzun içinde çırpınıp duran balıkların kurtuluş zaferlerini anlatayım. Mutluluktan uzayıp giden halayların ritmik bestelerine sözler yazalım. Memleketimin burçlarına saçlarının akları kadar kar yağdığından bahsedeyim. Birilerinin cesareti ol, birilerinin ise ağrıyan yerlerinin taşıyıcısı. ‘‘Hayal kırıntılarının arasında sen vardın, sonra görücüye çıkan birçok kelimenin hayal kırıklıkları’’.

Yediğin en güzel bademlerin arasında en kötüsüne denk gelirsin ya, bütün vefasızlığın yükünü hepsine ödetir gibi fırlatırsın birden bire, bütün badem'lere öfkeni kusarsın. Bademlerin tatlı ve acımtırak tatları geldi aklıma durduk yere oysa ne kadar uyumsuz düştü anlattıklarımın arasına. Bize benzeyen yönünü hatırladım sanırım. Sahi neden sevemediler bizleri? Kötü biliyorlardı bizi; oysa biz zaten bir birimizin düşmanıydık. Ben de bir insanım diyemedi masumluğumuz. Zaman yolcusuyduk ve hiç değişmedi dönemsel hikâyelerimiz. Bir ağız alışkanlığıydık zaten ‘ölünce toprak olacaksın’ cümlesi bu yalnızlık çok fazlaydı. Temmuz hep gelirdi arkamızdan şimdi anlıyorum bir şarkının uğurlaması gerekirdi bizleri.

Sokağın başını izleyip durak sadığım yerde, turuncu siz lambanın önünden geç sen ve sokağımı aydınlatsa ya gölgen. Küçük bir ihtimaldi işte, belki de cesaret isteyen bir düşüncenin ağır aksak yürüyüşü ve belki de yolumu gözleyen bir yazı vardı yerde, silinip silinip tekrar yazılan. Oysa geçeden süpürülmüştü, yıpranan bir arşiv yığını gibi her gelen bir parçamızı söküyordu. Vaz geçmek neyin irisiydi? Çürüme hali ile soğuk günlerin merhametsizliğinin bir tarafı olduk. En çok eksik kalan yanımıza çarptık, bir kelime boşluğu kadar uzaklık gör diyorum gör, adım adım nasıl uzaklaştığımı. ‘‘Ulaşılamayan adreslerde çoğalan sızılar, iyi dilekler hep gözümde çürüdü’’. Şarkıların ıslık çaldığı yerde rüzgârın fısıltısıydı çoğalan, sonra dalından ayrılan bir gölge oysa yükü bir yaşam kadar ağırdı. Asma bir köprü ile aramıza mesafeler giriyor bizi gülüşümüzden yaralayanlar. Şimdi bizi halaylarımızdan vuruyorlar. Gel de anlat şimdi; içinde sen diye çoğalan bir cümlenin senden ayrı yaşanılan bütün sızıların çağrışımlarını…