Boynu kırılan yol hikâyelerine benziyor sana gelmek…

Kaç kuşak atladık ve biz seninle kaçıncı kuşaktan akrabaydık? Özlem duyguları çoğalırken yüreğimde, sarsıntılı yol hikâyeleri ile mahcupluğum sorguluyor çocukluğumu. Anılar çoğalırken dün gibi kendine yakınlık gösteriyor tarih ve tekrar tekrar çoğalan bir sızı ile dizlerimin bağı çözülüyor. Çöküyorum, susuyorum, uğultular susuyor, sokakta büyüyen kimsesizlik susuyor, mısralar düşüyor kınalı ellerime. Dilimde yarım kalmış dolunay ile geçtiğim yol güzergâhı tarihin en kavruk yanıydı, kent büyük bir yıkımı soluyordu.

Ruha ağıt yakacak zamanı çoktan geçmiştim, yüreğimi avutacak mektupların fısıltılarını dinliyorum. Asimile olmuş korkularım, dili değişmiş küllerim ile senden bir parça bulmaya geldim. Dört parçaya bölünen bir ruhun sessizliği çöker üstüme. Mahabad sabahım, ikindim ise Çarçıra meydanı oluyor. O efsunlu bakışında Anka olmaya geldim. Dört su çağlayan bir nehir gibi gözlerimde derinleşiyor. Bin yıllık hüznün coşkusuyla salkım saçak nabzımda kanat çırpıyor. Ahlar sallanırken darağacında, okunur ruhuna ağıtlar. Issız kalabalıklar meydanında kaybolan bir ihanetin mührü. Sancak bulutlu, sisli. Sinsi bir geceydi alnında biriken ter. Arşiv yığınları arasında hasret, kirpiklerimin arasında tozlar, siyah ve beyazlar arasında biriken özlemsin. Silme yüreğimde ki belirgin bulutları, sana dair birkaç mısra biriksin içimde. Ateşi körüklediğin yerde insanlar denizyıldızının parçalanan kolları gibi tekrar tamamlanmayı bekliyor.

Bir bahar getirdin; çiçekler nasıl fışkırmaz topraktan? Ömrünü adadığın sabah yumar mı gözlerini ay ışığında?  Tamamlanmamış hikâyeler gibiyiz bir kelebek sevinci gibi, destanı büyük, hükmü kendinden ağır. Göçmen kuşların sayısız yolları varken yolculukları sanaydı. Şiirler kentiydi ve bütün gözlerde şiir akıyordu biraz yorgun, biraz hüzün. Sarılmaktı iki kere ikinin bir ettiğine.  Riyaleler ve kasideler kadar değerliydi her söz. Anlamadık, anlaşılmaya yetmedi genzinde çoğalan özlem. Mevsim dört mevsim, yurdunda tüm kelimeler kekeme. Dilimin hükmü hep mi ağıt kokar? Meydanda umut serperken vicdana, ertelenmiş çile-nin azabı dolanır korunaksız yaşamlarımıza.

 ‘‘Ardından efsunlu leylaklar kokusu, toprağın da ise sürgün bir matem’’...