‘‘Beni kendinde çoğalt diyeceğim yerde beni kendinde eksilt demişim’’

Mazim kalıyor o büyük yeşil demir kapının ardında. Kaç yıl geçmiş ağız dolusu kelimeler büyüyor boğazımda ve kaç yıl daha sıralanır bilmiyorum. Topu topu bir kaç harften oluşan bir kelimenin birleşmesiydi özlem. His edilen ise belki de erek dağının genişliği kadardı şehir merkezine yayıla bilecek kadar uzunluk. Urartuluların iç sesi yayılırken sokağın girintili boşluklarına insan seli vardı caddelerin aydınlığında. Güneş erken doğup, erken batarken ısıtıyor muydu yürekleri? Bilmiyorum; beni yakıp kavurduğu belliydi. Kendime yabancıydım yetişme telaşı olan bir yolculuk gibi, zamanın yetemediği yerde en çok kendime kızıyordum.

Ne kadar âşık olabilir bir insan sırtını döndüğü özlem duygusuna? Kaç karış bir ah vardı aramızda Tamara’nın yalnızlığındaki sevda ile bütünleşen. Şizofren yalnızlığıma dâhil ettiğim yıldızlar yoktu ve uykusuzdu rüyalarım. Seyir tepesiydi tüm misafirlerim ben onlara yabancı, onlar bana sırdaş. Bir kentin aydınlığıydı gözümü kamaştıran, yüreğime ise burukluk katan. Bir ev binlerce eve dönüşe bilir mi ve hangisiydi ışığı sökük, düğmeleri kapalı? Heyecanımı bir yorgan ile örtemiyordum, bir şehri keşfede bilmekti tüm kararsızlığım.

Geçip gidiyorum şehrin en izbe sokaklarında yürüyorum, eski toprak evler ile buluşuyorum önce fakirlik kokuyor sonra kimsesizlik ve terk edilmişlik oluyor. Hikâyenin devamına kurmaca anılar ekliyorum, duvara asılı bir fotoğraf karesi olmuş mudur? Kaç kavga? Kaç ölüm? Kaç avuç gözyaşı sinmiştir diye etrafa yayılan gözlerim derinleşiyor. Mısralar sıralıyorum. Mavinin olmadığı yerde ne işin var diyerek toparlanıyorum. Hangi günahların sahibiyim? Her gelişimde yüreğimi burkan bir hüzün işliyor. Arsız, söz dinlemeyen kelimelerim şairin gölgesinde lanetli.

Akıbeti belli olmayan bir ziyan edilmişlik vardı, kutsal saydığım tepelerin yollara bakan kıvrımlarında. Görmeyen gözler gibi korkak ruhlar vardı, iki deprem arası kaçışlarda. Yürekliymiş gibi yaşayan, yüreksizlik vardı bedenlerine sarılı kıyafetlerde. Çürümek kalıyor Ahmede Xanenin parkındaki süs havuzundaki suya. Ne çok hayalim vardı şimdi yönünün fazlasını göremiyorum. Vedalar şehri olmuş yüreğin, savunmasızlık yaşıyorsun, diyeceklerin üç harfi geçmiyor.

‘‘Yükün ağır dedim yok, dedi. Yüreğimdeki daha ağır, dedi. Ben sustum oda anlatmadı’’…

Roj Yiğit