Geldiler.

20 yaşında ben,

35 yaşında ben,

40 yaşında ben ve

Bugünkü ben dördümüz

Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.

Kırk yaşımın karşısına da ben geçtim.

Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.

Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.

Yatıştırayım dedim ‘sen karışma moruk’ dediler.

Can Yücel

Bu hafta yeni yazıma başlamak için bilgisayarı açtığımda albümlere takılıp kaldım. Zamanın acımasızlığıyla tekrar yüzleşirken bütün yazma hevesim kaçıp gitti. Geçmişin silik hafızasında yirmili yaş çılgınlığı paylaşımlarımız geldi aklıma. Acı acı Can babanın yukarıda yazdığım dizeleri döküldü dilimden. Can baba, kendi yıllarını bir masaya oturtmuş muhabbetin dibini vurmuştu. Yirmili yaş fotoğrafları paylaşımlarında, bizler evlerimize davet edemedik yaşlarımızı. Oturttuk fotoğraflarımızı sosyal medya hesaplarımıza. Önce birbirimizi uzunca seyrettik. Hepimiz gülüyorduk. Sevinçli ve umut dolu gözlerimize henüz hüzün çökmemişti. Bilmemenin saflığı vardı suretimizde.  Masum ve bir o kadar da dünyadan bihaber. Siyah beyaz, sepya resimler çoğunlukla. Ahh ne kadar güzel, ne kadar doğal ve içtendik. Kimi üniversite öğrencisiydi, kimi çalışıyordu, kimi evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı. Fotoğraflarımız birbirleriyle konuşarak, toprak altına gömdüğümüz anıları canlandırıyordu.

Sonra fotoğrafımızı bırakıp kalktık ekran başından. Geçtik en yakın aynanın karşısına. Bakışlarımızla okşadık aynadaki suretimizi. Usulca Yüz çizgilerimize dokunduk. Alnımıza yapışan izler şaşkınlıklarımızdı. Hayat çok şaşırtmıştı bizi, izleri derin ve belirgindi.  Göz çevremizdeki ince çizgiler gülüşlerimizin anılarıydı. Utangaç tebessümlerimiz yapıştı dudaklarımızın kenarına. Kaşlarımızın arasındaki dikine kalın çizgiler kızgınlıklarımızdı. Keskin ve nettiler. Aynadaki suretimizden anılarımız canlanmaya başladı. Anılarımızla birlikte bir bir gözyaşlarımız döküldü. Şefkate, sevgiye olan ihtiyacımızı yüz çizgilerimiz resmetmişti...  Aniden, yirmi yaşımızdaki biz dikildi karşımıza sordu ‘mutlu musun?’ diye. Boğazımız düğümlendi. Yüz kaslarımız gerildi. Aynadaki suretimiz donuk gülüşlerimize takıldı. Sorulan sorunun cevabını veremeden ayaklarımız geriye geriye kaçtı.

Ayaklarımız bizi maziye götürürken, geçmişe dönüp yirmili yaşlarımızın izlerini sürdük. Sorularımızı, sorunlarımızı, ‘hey gidi gençlik nerden nereye’ iç çekişmelerimizi yanımıza aldık. Tüm dünyaya kapattığımız kalın perdeli odamıza kaçtık. Çıkardık albümleri, yığdık kucağımıza zamana yolculuk yaptık. Yüreğimizden kırılgan ve titrek kandamlaları, albüm yapraklarına süzüldü. Küçük bir kan lekesi sayfalar değiştikçe, anılar çoğaldıkça büyüdü. Arttı kalbimizin kanamaları. Albüm sayfaları arasında belirginleşen yüzleri yok etti. O yüzler en sevdiklerimizdi. Ahh nasılda en sevdiklerimiz tarafından vurulduk! Oluk oluk kanıyor yaralarımız. Dönüyor albüm sayfaları, döndükçe anılar artıyor ve biz, kalabalıklar arasındaki yalnızlığımızla kalıyoruz. Albümlerdeki yüzlerin anlamlarını çözmeye çalışıyoruz. Saflığımıza ahu zar edip, bir bir gözümüzden ve gönlümüzden düşen çehrelere bakınca, insanlara ne kadar çok aldanmış olduğumuzu görüyoruz. Göz bebeklerimizdeki tebessümlere dalınca, dağıldıkça dağılıyoruz. Gün gelecek verdiğimiz mutluluk pozlarına ağlayacağımız kimin aklına gelirdi ki!

Toplumun benimsediği değerler adına, ‘elalem ne der?’ söylemleri adına kaç kere hayallerimizden vazgeçtiğimizi görüyoruz. Takılı kalıyor bakışlarımız en sevdiklerimize, en sevdiklerimize takılıyor bakışlarımız. Donuk, cansız ve ölü! ‘sizler öldürdünüz.’ Diye bağırıyor bakışlarımız. Sözde, bizlerin iyiliği adına, bizleri sizler öldürdünüz. Çocukluğumuzu öldürdünüz önce, ölü çocukluğunu canlandıramayan bizler de gençliğimizi öldürdük!

Evet evet bizler öldürdük gençliğimizi. Kendimize inanmayarak, hep başkalarının onayını almaya muhtaç yaşayarak, sevgi ve şefkat dilenerek gençliğimizi bizler öldürdük. Ne gençliğimizde hayatımızı hayallerimizdeki gibi yaşadık ne de şimdi yaşamaya devam ediyoruz. Tadına doyamadığımız gençliğimize hep bir özlem duyuyoruz. Şimdi yana yakıla baktığımız sepya resimlerimize gözyaşı döküyoruz. Dünya ne garip yer öyle değil mi? Fotoğraflarla nasıl dağıldık! Hadi artık toparlanalım, bir el uzatıp geçmişten alacaklı hanemize tebessüm toplayalım.