Bazen, çok yorgun olduğunuzda beyninizin durduğunu sanırsınız. Dayanılmaz bir baş ağrısı gelir peşinden. Öyleydi O gittiğinden beri. Hiç durmadı, hiç durulmadı, uyuyamadı o kırgınlık hiç uyutmadı.

Mutluydu yine de. Ağlarken, uykusuzken, kan çanağı gözleri doluyken, karanlıkken, sessizken, çaresizken… Dirhem dirhem yaklaşırken ölüme, mutluydu yine de.

Nasıl mutlu olmasın ki? Senede bir gün şarkısını kaç kişi iliklerine kadar yaşayarak mırıldanabilirdi? Bir bakın etrafınıza, kaç kişi gerçek bir hayal kurup ona ulaşmak için her şeyi siler. Bir bakın etrafınıza, kaç kişi şarkı mırıldanıp, küçük bir resmi her gece sulayarak hayatta kalabilir ki?

Kendi dünyanıza çekilmek nasıl bir şey? Düşünsenize, hele de dünyanız çekilmeyecek hale gelmişse!

Onun için güzeldi. Her gece, ona uzanan elin boş kaldığını düşünürseniz. Rüyaları bırakıp, korkudan uyuyamamak çok daha güzeldi!

Ya da aşkla karşılaştınız mı hiç? O, karşılaştı. Sokakta bulduğu kanadı kırık serçeyi ölmüş kanaryanın kafesine koymuştu. Bir sabah başka bir serçenin gagasında yemle kafesin üzerine konup, yemi kafesin içindeki yaralı serçeye uzatmaya çalışması ve o küçücük başının kafes demirlerine sıkışmasını izleyerek her zerresinde hissetti aşkı…

Kalktı hemen ve yazmaya başladı:

"Benden nefret ediyorsan “öl” de ömrüm senindir. Korkak sanıyorsan, bak gözlerime cesaretim senindir. Bir şey istiyorsan, aç avuçlarını dünyam senindir. Özlüyorsan “gel” de yollar sanadır, yollar senindir. AMA Kırılmışsa kanadın bensizken, uç git sevdam benimdir."