VanEkspres Yazarı Mehmet Sait İmret'in yeni yazısı... Yafes ile ilk karşılaşma 6
Hara’nın sesinden Yafes
İnsan durduk yere büyümüyor diye iç çektim. Bu sızı kalbimi sanki bin parçaya böldü. İnsan paramparça olsa bile son nefesini verene kadar mutlu olmak istiyor. Gözlerimin şahitlik ettiğini kalbimin hissettirdiği ile temizlemek istedim, kalbimin ile gözümün gördüğünün arasında kaldım hep.
-Birinci rüya:
“Akşam hep beraber yer sofrasında yemek yedik. Evimiz 2 odalı, yemek yediğimiz oda geceye doğru yatak odasına dönüyordu. Yemekten sonra babam kahveye gidiyorum diye, evden çıktı. Bilirsiniz; kız çocuklarının babası ile bağı bir ömür dür. Ben babamı beklemeyi severdim. Gelince saçımı okşardı, o gün huzurla uyurdum. Yemek odasının yatak odasına dönüştüğü evlerde çabucak gece olurdu. Yer yataklarını serdik, kardeşlerim uyudu. Ben babamı bekledim. Çok geç kalmıştı. Normalde bu kadar geç kalmazdı. Kapının koluna bir eşarp astım. Babam kapıyı açarsa eşarp yere düşecekti. Uyanırsam oradan anlayacaktım gelip, gelmediğini. Beklerken uyuya kalmıştım. Bir ara uyandım eşarp yerinde duruyordu. Yine uyudum. Kapı gıcır dasa uyanırdım zaten. Uykumun bir yerinde tek el silah sesi duydum. Hemen uyandım. Uyandığım anda ‘baba’ diye bir bıçak saplandı içime. Kapıyı açıp koştum. Evin otuz metre kadar uzağında babam yüzükoyun yatıyordu. Karanlığın içinden birinin kaçıp uzaklaştığını gördüm. Babamın yüzünü çevirdim. Yüzü kanlar içindeydi, sımsıcak kanı ellerime doldu. Sonra nefesi homurtular içinde kesildi. Kıyametler koptu içimden. Gerisini hatırlamıyorum”
Uyandım, kanlar yüzümdeydi hâlâ. Delirmiş gibiydim. Artık babam yoktu.
“Bitmiş bir rüyanın sonunda nasıl dönüp rüyamı düzeltirdim acaba?” Diye sordum sana Yafes. “Bazı rüyalar hiç bitmez” dedin. Ben o rüyaları hep yanımda taşıdım.
Peki, insan bir rüyaya nasıl da sarılıp uyur, biliyor musun Yafes?
-İkinci rüya:
Evimizin biraz uzağında tüm sırlarımı anlattığım bir ağaç vardı. Aklımın varlığına şahitlik ettiğim günden beridir her gün bir yolunu bulup o ağaca gider, biraz ağaçla konuşup, içim açılmış dönerdim eve.
Bir gün artık kalbime ‘bu yolun sonu’ dediğim bir anda, yedi parçaya bölünmüş ülkem sanki yeniden bir araya gelmiş gibi seni gördüm. Kendimi kaderim ile gömmeye gittiğim o ağacın dibinde durdum.
Seni gördüm Yafes. Seni gördüm ya artık, bu dünya bana geniş, bu dünya bana ferah, bu dünya bana sabrın ödülü dedim, içimden.
Sana seslendim, sesimi ulaştırmadım. Bağırdım da sesim çıkmadı. Yanında yaklaştım. Sanki daha önce bir bahar saklamıştım yüzümde. Seni görünce çiçek açtım. “Yüzümde ki çiçekleri görüyor musun?” diye sordum sana. Uzun uzun baktın bana. Çölün ortasında bir vaha bulmuş gibi sevinçle. “Ben o çiçeklerden bir taç yaptım kendime” dedin. Gülümsedim.’
Bazı rüyaların rüya olduğunu fark ediyor insan. Rüyam bitmesin diye bir dilek geçti içimden.
Uyandım, kapısı olmayan dünyama döndüm. Bir insan nasıl olur da, bir rüyaya sarılıp uyur diye sormuştum ya sana. İnsan sevdiği rüyaya kolları olmadan bile sarıla bilir diye konuştum kendime. Öyle bir şeydin Yafes.
Sonra ne mi oldu?
Bir yanım aydınlık ve bir yanım karanlıktı artık. “İnsan nasıl olur da, bunca karanlığın ortasında bir aydınlığı görmeye takati olur” diye sordum sana. “Karanlıklar kendi içinde karanlık, aydınlıklar kendi içinde aydınlıktır. Bazı duygular birbirine yaslanarak atlatılır, ben buradayım” dedin.
Ve ben bu dünyada iyilik ile kötülüğün aynı anda var olabileceğini gözlerimle görmüştüm. Canımı yok sayan bir acı ile kalbimi gölgede dinlendiren şey.
Artık buna da inanıyorum dedim içimden…