Kardeşlerden biri TV önünde diğeri mutfakta.

Her birinin elinde bir telefon

"Ablası; "gelirken bir su getir", kardeşi hemen "Offff abla... kendin al."...

1-2 saat sonra baba içeri giriyor.

Hanım Kızımız yayılmış, oğlanda kulaklık, gariban anne! adeta dizinin içine dalmış..

Baba; "kızım... eşofman altım nerde? ",

Kız; "Baba... ben nerden bileyim. bi bakıver."

Babaya ikinci ikaz anneden geliyor  "adam... çocuğu rahatsız etme... Bir işini de kendin gör."

Hey malamıne!!!

Ne günlere kaldık!!!

Kambaxi we be...

Bu anlattıklarım sadece özel yaşamda olmuyor, toplumsal yaşam da bu yozlaşmadan nasibini almış.

Hepinizin şahit olduğu gibi;

Toplum taşım araçlarına biniyorsun.

Bakıyorsun yaşlılar ayakta, 15-20 yaşında gençler oturmuş, (giyimleri gayet tesettürlü, başlar kapalı) her birinin elinde bir telefon, dalıp gitmişler bir başka aleme...

Oooo. Sakın laf etme... birey özgürlüğü!!!

Hani şu  'Medeniyet','yeni yaşam' dedikleri birey özgürlüğü var ya!!!...

De başe... keyfa weye. ..

Vanlıların dediği gibi "külü goyam başıızaa "

Eğer buysa 'medeniyet', eğer buysa ' yeni yaşam' yerin dibine bata.

O NE GÜZEL GÜNLERDİ ÖYLE...

Yahu... daha dün gibi hatırlıyorum.

Tam da bu yaşlardaydık.

Yani 6-15 yaş arası.

 

Başkale'de, toprak damlı evlerde (ve genellikle tek göz evlerdi. İki odalı, banyolu, tuvaletli ev,  saray sayılırdı)...

İşte tam da bu mevsimler.

Emin olun ki, Başkale'de ev boyu kar yağardı.

Sabah ezanı  ile uyandırılırdık.

Her birimizin eline 'bèr'  ya da 'berfinğ ' denilen bir kar temizleme küreği verirlerdi, sabah namazından, ikindi namazına kadar kar kürerdik.

Bazen bitmez ertesi güne kalırdı.

Yahu... çoğumuzun üzerinde, bedenimizi saracak elbise dahi yoktu.

Ayakta, her biri ayrı bir çift kara lastik, kıçımızda, kadife çakması bir fitili pantolon ve üzerinde Antep dokuması 3. kalite triko kazak.

Ama var ya.

Vallahi de billahi de, kainatın en keyifli çocuklarıydık.

Boyumuzu aşan Karları temizlerken, Türküler söylerdik, halaylar çekerdik, damdan dama atlayarak oyunlar oynardık.

Lakin,mola verip kahvaltıya indiğimizde, sofrada bir parça otlu peynir ya da bir tabak sıcak un helvası bulduğumuzda bayram ederdik

Kar temizleme işi bittiğinde, okula gitmeden evin yakacak odununu kurardık.

Sobanın küllerini taşırdık.

En yakın çeşmeden kovalarla su taşırdık.

Kaşlarımız ve kirpiklerimizde buz sarkıtları sarkardı, sobanın yanına dahi varmadan okul yolunu tutardık.

Heyyy malamıne...!!!

'Okul' ha!!!

'Öğretmen' ha!!!

Yahu vallahi beş dakika geç kaldığımızda, öğlene kadar okulun kalorifer kazanına hapsedilerek cezalandırılırdık.
 Öğretmene mazeret bildirme kimin haddine???

Yüreği yeten liseli genç, çarşıda sigara içecek ha!!!

Baban, amcan, ağabeyin olması şart değil, seni o halde gören büyük kim olursa olsun, basardı tokadı.

 

Kardeşim...kural -kaide vardı.

Saygı-sevgi vardı.

Büyüklük-küçüklük vardı.

Ne günlere kaldık be!!!

O zamanlar 'adamlar' gözümüzde çok ama çoookkk büyüktü.

Çok saygındı.

Herkes birbirini tanıyordu.

Birbirinden utanıyordu.

Aşkın ve sevdanın da bir racon ve kaidesi vardı.

Kalitesi vardı.

Onur ve şerefi vardı.

Vallahi, yavuklusunu görmeden evlenen onlarca arkadaş tanırım

Şimdiki gibi sanal ve yapay değildi.

Dün ve bugünün kıyasını yaparken çok mu geri kafalı bir ruh hali mi sergiliyorum yoksa yaşam mı çok yozlaşmış! !!

Siz, okurlarım nasıl yorumluyor sunuz!!!

Yahu o yıllarda, komşunun siparişleri için on kere çarşıya gidip geldiğimizi hatırlarım.

Bugün baba kızından eşofmanını isteyemiyor.

Şimdi hangisine 'yozlaşmış hayat' diyeceğiz?

Dünkü yaşama mı, bugünkü yaşama mı!!!

Varın kararı siz verin....

Not: Bir sonraki makalemde, dün ve bugünün 'siyaset, kariyer, zenginlik anlayışı ' yozlaşmasını karşılaştırmasını yorumlayıp siz okurların takdirine sunacağım.

Sevgi ve sağlıkla kalın...