‘Zamanın bütün parçaları sendeydi ve sen o zamanın bir gün öncesi kaybolan’. Sana seslendiğim yerde duraksadım. Ne kadar kolay vaz geçe biliyoruz diye ikiye bölünen bir acı. İrili, ufaklı gölgen de kaybolan ruhuma dokunan bir yitirilmişliğin uyanışıydı. Öyle sembolik değildi, hep aynı renkte kalacak kadar güncel ağrılar vardı. Kirpiklerim de saklı gözlerin ve ikindiye hep aralıktı kapılar. Oysa beklediğim yerde hep kendimi bekletmişim.

Göğümde turnalar' ın isyanı vardı ve hep haklı olan bir isyan. Ben bağırdım bayım; gelip geçen yarına dair, derin tümleçler kazıdım. Ormanlar aykırıydı yeşile, göğün mavisi ise kızıla, gece aykırıydı yıldızların sarısına. Hep bir uyanış vardı sırtımda derin bir acının heyelanı. Büyüdükçe ayakkabılar kahırlar, dertler de büyüyordu, oysa ben hep aynı yaştaydım. Satır aralarından öğreniyoruz gündemi. Başlıklara bakmadan çerçeveli yerlerde buluyoruz kendimizi. Ne çok isyan ettik ve ne çok isyan şarkıları ile gündem olduk. Oysa biz sadece var olanı dile getirdik, hiç eskime di kıyımlar, aksine eksildi doğanın kendi içindeki huzuru.

Vicdan dediğin bir yerde kırılmalı, duraksamalı, merhamet etmeli. Ama olmayan bir şey nasıl bulunmalı bilmiyorum! Kördü metruk binalar sadece kendine dairdi dökülen sıvalar. Çürümeye yüz tutan girintili, çıkıntılar oyuklar. Bir kelebeğe ev sahipliği edecek kadar zarifliği yoktu, turna sürülerine ise küflenmeye yüz tutan rafların tercümanlığı vardı. Öyle bir sırdıki bu; dilimde küfre dönen bir dilin bozuk lehçesi. Şimdi elimde ileri, geri giden bir kaleme hükmediyorum. Geleceğe dönük mektupların varlığına sığınıyorum, oysa ulaşacağı bir yeri yoktu. Belirsiz adresler ile çoğaltıyorum yazılarımı. Okuyucusunu bulmak sızın zarfsız yerlerine yaslanıyorum. Tanrı’yı şahit bırakıyorum kendime, takıntılarımın birçoğuna şahit ti.

Bir yerde durmalıydım. Bir yerde duraksamalı ve birçok yerde ise susmalı. Oysa hepsi bir uyumsuzluk tu. Kendime yaban cıydım, yok sayılan bir nehrin ortasında gözlerini aralayan. Perde aralandıkça sis kaybolur, ilk kendini tanımaya başlarsın ve ilk kendine yönelirsin. Yüzünün ne kadar tanıdık olduğunu görürsün. Ardına bakmak son defa Yasemin çiçeklerinin kokusunu almak istersin ve artık ölenin bir daha ölemeyeceğini görürsün.

 ‘‘Şairlerin gözyaşları şiirleridir denirdi, şimdi şairlerin sesinde Fırat kan ağlıyor görüyor musun’’?