Ve uçurum oluyor içimde tuttuğum hazin hikâyenin paydaları. Eskiye dair ne anılar var ise topladım masallar ile uyuttum tüm yaşanmışlıkları. Kaçak bir deliliğe sığınıyorum en çok kendimi arıyorum beyaz bir mintan ile üzeri örtülmüş sedirde. Karanlık bir heceye tüm yıldızlar uçurtma olmuş, uykusu dağılmış yaralı yüreklere. Sayabildiklerimin arasında ateş böceklerinin eşsiz dansları ile kış güneşini görüyorum, ne güzelmiş beklemek geçiyor aklımdan. Oysa beklemek hep tedirginlik hissi ile birlikte sabahlardı içsel duygularda.

Sokakta uyuyan bir güz, paslanmış renkleri ile dallarından kopan yaprakları savuran samyeli. Sonbahar düşüyor, dağların eteklerinden bir şehrin göbeğine doğru.  Hüzün kokan bir yalnızlıkla sabahlayan ay, uyuyan zeytin çekirdeklerinin uyanma vakti. İyi bir şeyler olmalı diyorum. İyiye, güzelliğe dair bir şeyler olsun diyorum, hayatımızda. Renklerin coşkusunu ve mutluluğu taşıyan bir gökkuşağı, yedi veren renklerini güneşin doğduğu kentten, battığı kente bırakmalı. Bir şehir, diğer bir şehrin konuğu olmalı. Dostluğu ne çok kahve telvelerinde aradık oysa yanı başımızdaydı özlem dediğimiz çay muhabbetleri.

Uzak bir mesafeden gelen kardeş eli olmalı, omuz vermeli düş kırıklıklarına. Sanat diyoruz ya o büyük güce, kenetlenen şarkılara uyarlanan o beste. Tabloya değen o fırçanın alın teri esrarengiz bir tütsü olmalı ve etkilemeli hayranlık uyandırmalı. Sesi bir çığ gibi yankılanan sanatçıların şarkıları ile günü tamamlamalı. Ekmek olmalı sıcak bir tandırın yanı başında tüten. Ne çok hünerler varmış ve ne kadar çok özlemek fiili ‘‘benden önce sevmişler demeliyim hüzünlenmek için’’.

Esmer bir volta atıp her pencereye bir güvercin kondursam kibir kokmasa şehir, yırtık bir afiş ile sönen közü körüklemek kalsa payıma ve yeni öyküler toplamak, yağmurun ıslattığı gözleri güneş kurutsa. Hayallerin peşinden gidiyorum, oysa biz yaralıydık ve bütün kelebekler yastaydı. ‘‘Geceye dem düşmüş ve özetlemek kalmış sabaha’’…