her anı yine sen oluyorsun
her an seninle çoğalıyorum
seninle eksiliyorum
elimde bana gönderdiğin mektuplar
yüreğimde sana gönderemediklerim
keşke diyorum keşke
seni sevecek daha çok zamanlarım olsaydı

Sözlerim vaktinden önce çiselemeliydi. Bir yağmur başlar, göğsümde saklanan tüm kelimelerim ıslanır. Her zamanki gibi çok geç kaldık, önce kendimize, sonra da göndermeyi hep ertelediğimiz mektuplarımıza. Dokuz köyden kovulandık, yaşasın onuncu köy dediğimiz yerde kalışımız belki de sadece kaybedişimizin sönük zaferiydi. Haklıydı yollarımızın isyanı, vicdanı ve ruhu iyi olanlar gitmişti. Üzerime zimmetlenmiş kabuk tutan yaralara soruyorum, bir ömrün diyeti kaç dilde okunur? Hiç beklenmedik bir anda güzel bir haberi müjdeleyen anın hayalini kurarken, elime uzatılan küçük bir kâğıdın seslenişi ile sarsılıyorum. Dilimin üstünde biriken bir offf, kalbimin ise hızlı koştuğunu hatırlamadığımın bilincin yok oluşu.  Sonrası derin bir ağrının üşümesi.

Keşke; diye adını verdiğim duyguların kayıp ilanını veriyorum, oysa tüm haberlerde adı suçluya çıkıyordu. İsimsizdi günler, gecede ise mavi bir hüzün düşmesi, rüyalarda ise senin yokluğun. Çığ kaplamış kaburgalarımın arasına sıkışan yüreğimin sızısı ile takip ettiğim kaçıncı ayrılıktı? Sessizliğime susmayı öğrettiğim kaçıncı boşluk? Yığınla cümlelerin arasında, doğru sözcükleri bulmak adına, yıldızların geceye devrim yapmasını bekliyorum. Oysa titrek parmaklarım ile yazıp gönderemediğim mektuplarım kendi alevi ile yanıyor. Üryan cümlelerimde ilk soru işareti ile yenildi kelimelerim, ‘‘aradığım yerde olmayacak sesin, kendine sıcak bak’’…