Toplumların taşıyıcı gücü, bilim, hukuk ve siyasettir.

Bu üçü, farkında olsak da, olmasak da, yaşamımızın tüm alanlarını, olumlu ya da olumsuz anlamda ve güçlü bir biçimde etkiler.   

Bilim, evrendeki her şeyi gözlemleyen, deneylerle yorumlayan ve toplum yararına bilgi üreten bir disiplindir.

Hukuk, toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasalar bütünüdür.

Siyaset ise, ihtiyaçların temini için, ülke/şehir idaresi olarak tarif edilebilir.

Bu, doğru çalışması gereken, üç olmazsa olmazın, herhangi birinin yok edilmeye çalışılması, başta yok etmeye çalışanlar olmak üzere, o toplumun her bireyi için, uzun vadede çok riskli ve tehlikelidir.

*****

Toplumların varlığını sürdürebilmesi, ilerlemesi, yükselmesi, yerinde saymaması, gerilememesi, bölünmemesi, parçalanmaması, yok olup gitmemesi, en başta bu üç temel taşıyıcıya bağlıdır.

Hele ki; bir toplumda bu üçünün birden yok edilmeye çalışılması, ya da kötü niyetli kişilerin eline geçmesi, felakettir. Tıpkı vücuda yayılmış ölümcül bir virüs gibi, önce ağır bir hastalığa, sonra da ölüme sürükler. Allah korusun…

*****

Dünyada örnekleri çoktur.

Bilimin yeterince değer gördüğü, düstur edinildiği toplumlar, hukuku ve siyaseti doğru temellere oturtmuş ve muazzam bir kalkınma/refah yaşamıştır.  

Aynı şekilde hukukun üstünlüğünün toplum çıkarlarını önceleyen bir yönetim tarafından adilce uygulandığı toplamlarda, bilimsel üretim ve kalkınma beraberinde gelmiştir.

Lakin bu ikisinin de bir nevi kaderini tayin eden güç, siyasal erktir.

Siyasal erk hasta ise, işte o zaman iş çok zordur. Bu zihniyet bilimin ve hukuk düzeninin kaderini kötü tayin eder… Ekonominin, kalkınmanın, eğitimin, sağlığın, tüm yaşamsal alanların da…

*****

Siyaset Arapça kökenli bir kelimedir. Bazı yorumcular seyis’ten (at bakıcısı) türediğini de iddia eder. Konumuz bu değil.

Platon'a göre siyasetin amacı, insanın mutluluğunun ve yetkin yaşamının sağlanmasıdır. Ona göre insan ancak, erdemli bir yaşam sürerek mutlu olur.

Erdemin temeli bilgi, yaşamsal sığınağı ise devlettir…

Siyaset, Farabi felsefesinin de en önemli kavramlarındandır. Ona göre birey, gerçek mutluluğa ancak erdemli bir toplum içinde ulaşabilir.

Gerek batı, gerek İslam Dünyası filozoflarının neredeyse tamamı, siyaseti açıklarken hep aynı yere vurgu yapar. Erdemli olmaya…

*****

Tarım ve din toplumlarında egemenlik, kralın, hükümdarın ya da dini liderindi. Ancak Avrupa ve Amerika devrimleriyle mutlakıyetten meşrutiyete ve cumhuriyete evrilen devlet mefhumu, gücünü, toplumsal sözleşmeye dayandırdı.

Modern ulus devletlerde  insanlar fikirlerini temsil etmek için siyasi partiler kurdu. Farklı siyasi partiler kanun-nizam çerçevesinde sandıkta yarıştı.

Siyaset alanı ile en çok dikkat çeken çıkışlardan birini, siyaset felsefesinin en aykırı yorumlayıcısı ve görüşleri sıkça eleştirilen Machiavelli yapmıştır. Floransalı bir İtalyan’dı.

Machiavelli insanların içindeki, “itiraf edilmesi güç ihtiraslarını”, açıkça ifade eden bir siyaset kuramcısıdır. Siyasetin Platon, Aristoteles ve Augustinos’un görüşlerindeki gibi idealler üzerine yapılamayacağını iddia eder.

Ona göre insan; doğası gereği bencil, çıkarcı, kendini düşünen, ihtiraslı, mal mülk biriktirmeyi, rakiplerini alt etmeyi isteyen bir varlıktır.

İnsanı böyle tanımladıktan sonra, siyasetin temel amacını da kişisel ihtiras, çıkar olarak görür. Machiavelli çok eleştirildi ve halen eleştirilmektedir.

Ancak ne kadar haklı olduğu, bugün dünyanın hemen her coğrafyasında birçok örnekleriyle karşımıza çıkmaktadır.  

Açıkça ortadadır ki; tam da Machiavelli’nin tarif ettiği gibi kişiler sıkça siyaseti kendi çıkarlarını sağlamak için, bir kavgaya, kişisel ihtirasa dönüştürdüler. Mesela Adolf Hitler, Benito Mussolini, Josef Stalin, Slobodan Milosevic ve günümüzdeki benzerleri…

*****

Siyasetin temel amacı, Platon’un, Farabi’nin ve daha birçok filozofun dediği gibi egemenliği akılla temellendirmek, erdemli bir toplum için, daha yaşanabilir bir dünya için, mücadele etmektir.


Kişisel ihtirasların yönettiği siyaset etme biçimi, bilimin ve hukukun üstünlüğünü ret ettiği gibi, erdemsizce, toplumun bu gününe ve yarınlarına büyük kötülükler yapmaktadır. Bu hastalıklı bir bakış açısıdır.
 

Buna paralel, diktatörlük veya feodal düzenlerde siyasi yapı, bir piramit gibidir. En üstte kral, altında ise, bilimden, adaletten, hukuktan uzak, sadece krala bağlı, aklını ve enerjisini kiralamış menfaatperestler bulunur.

Çıkar söz konusu olunca, dün ne söyleniyorsa bugün tersi söylenir, dün kime en çok kızılıyorsa bugün onunla kol kola girilir, dün neye karşı ise bugün onun taraftarı olunur, ilkesiz ve yandaşlarını da zehirleyebilen bir alan yaratılır.

Bunun psikiyatri bilimince muhakkak incelenmesi gerekir. Davranış bozukluğu, megalomanlık, gücü kaybetme korkusuyla saldırganlaşma, iftira atma, itibar suikastı düzenleme, ne çeşit bir ruh halidir? Nasıl tedavi edilmelidir?

*****

Sonuçta her fani gibi ölüp gidecek bir insan iken, tarihe, toplum hafızasına, hiç kimsenin istemeyeceği bir şekilde kaydedilmeyi göze alabilmek, nasıl bir ruh halidir? Bu ağır vaka bilimsel olarak incelemelidir.

İlaveten göz göre göre yalan söyleyebilen, siyasi rakiplerini kriminalize eden ve demokrasi görüntüsü altında totaliter bir sistem inşa edilirken, halktan adalete güvenilmesini isteyen yöneticilerin bulunduğu toplumlarda, hastalığın ulaştığı boyutların da dikkatle incelenmesi, teşhis konması gerekir…

*****

Tabi bu yazdıklarımın günümüz Türkiye’siyle, güzelim ülkemizle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Halkımız mutlu, mesut ve refah içerisinde yaşamaktadır.

Ben sadece eğer günün birinde, bizim tanımadığımız herhangi bir toplum, bu tür talihsizlikler yaşarsa, bunlara dikkat etmeli, yaşananlardan dersler çıkartmalı demek istiyorum.

Kalın sağlıcakla…