VE KADINLAR...

Adına "8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ' demişler.

Ne güzel demişler.

İsmi bile  çok güzel.

"EMEKÇİ KADINLAR "...

Gerçi sadece bir gün değil yılın 365 günü onların olmalı.

Bir gün değil, bir hafta değil, hergün alanlarda olmalılar.

Renkleri, kimlikleri ve kadın iradeleri ile...

Türküler söyleyip halaya durmalılar.

Uçurtmalar uçurup, zılgıt çekmeliler.

Çünkü Hava anamızdan bugüne bizler var edenler onlar değil mi?

Yaşamı anlamlı kılanlar onlar değil mi?

Yani kadınlar...

Anne-bacı, can-canan ,

teyze-hala,evlat-yegen yediden yetmişe  bicümle  evrene anlam katan milyonlar..

Bugün onlara kutlu ve mutlu olsun.

O güzel yüreklerine gül dikenleri dahi değmesin.

Lakin bu anlamlı günde "es' geçildiğinde, unutulduğunda vicdanları taşlaştıracak başka kadınlar da var.

Hani  yokluğun ve yoksulluğun katmerleştiği yıllarda bizleri doğurup bugünlere  getiren kadınlar.

Kahrolası törelerin girdabında henüz on altısında iken evlendirilen kadınlar.

Sırtında heybesi, yayla yolunda bebesini emziren kadınlar...

Tahta beşiğin başında kadersizliğine ağıt dolu ninniler söyleyen kadınlar.

Evet işte o kadınlar..

Onları anlatmazsak,

Onları yazmazsak her şey eksik kalmaz mı?

Tek gözlü toprak damlı evlerde, doktorsuz -hemşiresiz üç beş, yedi, on çocuk doğuran Hakkarili kadınlar.

doğum esnasında çogu can veren Özalplı kadınlar.

Kendisi yemeden bir tas çorbayı evlatlarına pay eden kadın analar..

Çay bahçelerinde ömür tüketen Trabzonlu kadınlar.

Yaşar Kemal'in romanlarına konu olmuş Çukurova’nın pamuk tarlarında ırgatlık yapan kadınlar.

Evet ...evet..

İşte bu kadınlar...

Bu kadınları unutmak mümkün mü?

"Oğlumun ayağı üşümesin " deyip yün eğirirken gözlerini kaybeden kadınlar.

Tandır dumanından genç yaşta kua'ya yakalanıp ciğerleri iflas eden kadınlar.

Sofraya oturmakta utanan ama başındaki leçeği yere savurduğunda kan davası husumetini bitiren kadınlar...

Tüh...

Lafı uzattım yine..

Mazur görün..

Lâkin onlar öyle kadınlardı ki bir kaç cümle ile anlatsaydım,

Yemin ederim bana sütlerini haram ederlerdi.

Belki yoksullardı.

Belki dilsizlerdi.

Dünya gezmemiş, keyiflerince giyinmemişlerdi.

Lâkin yürekleri dağ kadar yüce, merhametleri tüy kadar hafifti.

Sırtlarında mavzerleri koyun sürüleri beslerlerdi.

Yüzlerce litrelik kazanlarda yoğurt mayalar, onlarca küp peynir tutarlardı.

Sadece bunlar mı?

Elbette değil.

Yüzlerce kg bulguru 'destar' denilen el değirmenlerinde öğütürlerdi.

Kilim tezgâhlarına oturur, göz nuru el emeği ile bir kilimi aylar sonrasında bitirirlerdi.

En güzel ses onlarındı.

Onların olduğu halaylar güzeldi.

Onların yaktığı ağıtlar eritirdi dağı taşı.

Lâkin şairin dediği gibi ;

Ve kadınlar

Bizim kadınlarımız:

Korkunç ve mübarek elleri

ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle

Anamız, avradımız, yarimiz

ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen

ve soframızdaki yeri

Öküzümüzden sonra gelen

ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız

ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki

ve kara sabana koşulan ve ağıllarda

Işıltısında yere saplı bıçakların

Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan

Kadınlar,

Bizim kadınlarımız...

Ve devamla;

Günümüz dünyasında, kahrolası savaşlarda çocuklarının cansız bedenlerine sarılan kadınlar.

Savaş cephesinde kalan eşleriyle gözyaşları ile vedalaşan kadınlar.

Mülteci sürgünlerde sınır boylarında can veren kadınlar.

Ve ötesi cinsel ve sınıfsal şiddete maruz kalan kadınlar.

Türbanları yüzünde yerlerde sürüklenen kadınlar.

Daha da ne olsun?

Onurlu ve yaşanılası bir dünyada yaşayabilmeleri umuduyla elleri öpülesi kadınlar.

DÜNYA EMEKCI KADINLAR GÜNUNUZ

Kutlu olsun...