Kış geceleri çok uzun geçerdi, spiriz dağının eteklerine yayılan o dağ kasabasında.

Ekseriyeti toprak damlı evlerdi.

2 bilemedin üç gözlü evlerdi.

Ermeni göçünden sonra, yahudiler, siirtliler ve yöre yerlilerinden oluşan halklar mozaiği ile kardeşçe bir yaşamın sürdüğü topraklardı.

Dedim ya 'Kış geceleri uzun mu uzundu"...

Metreler boyu kar yağardı.

Evler kar altında kalırdı.

Damdan dama atladığımız çok olmuştur.

Soğuklar adeta bıçak misali keserdi suratları.

Haliyle kasaba ahalisi de karanlık çökmeden kapanırlardı evlerine.

Camlarda cılız ışıkların süzüldüğü evler.

O insan siluetlerinin dahi zar zor seçildiği evlerde dengbej dinletileri bittiğinde derin sohbetler başlardı.

Tezek, geven ya da odun ile doldurulan, sac sobalarda yayılan ısının verdiği keyifle, uzun uzadıya, masallar ve hikâyeler anlatılırdı.

Vay anasına vayyy.

Ne günlerdi öyle.

' Arnavut Abdullah' lakaplı bir amca vardı.

Abdullah Eker...

Rahmetliyi unutmak mümkün mü?

Dedim ya rahmetlinin lakabı 'Arnavut Abdullah' idi.

Sanırım fi tarihinde gelip Başkale’ye yerleşmişlerdi.

Ben altı yaşında iken rahmetli rahat altmış falan vardı.

Bizatihi kendisinin yaşadığını iddia ettiği, tüyler ürperten korku hikayeleri anlatırdı. Usta’nın (eker), anlattığı o korku dolu hikayeleri unutmak mümkün mü?

Abdullah Amca,

İlçeye elektrik enerjisi sağlayan hidro elektrik santralına bakıyordu.

(Gerçi konun uzmanı değildi lakin belediye kendisini görevlendirmişti. zira işini de bi hakken yapıyordu. En azından şimdi ki TEDAŞ 'tan iyiydi