Yazar Elif Şafak, 2009’da yayımlanan ‘Aşk’ isimli romanında, Tasavvuf ehli Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile Şems-i Tebrîzî’nin duygudaşlığına ‘Aşk Şeriatı’ ismini vermişti.
Soluk soluğa okunacak sürükleyici bir roman…
Şeriat, ‘kurallar bütünü’ anlamına gelen dini bir tabirdir.
Aşkta, dinde olduğu gibi kurallara uymak zorundasınız. Uymazsanız cennetten kovulur cehennemde yanarsınız…
Esasında dünyevi işlerde de böyledir. Kurallara uyanlar cenneti, uymayanlar cehennemi yaşar.
Mesela bir tarım cenneti olan Türkiye, kuralsızlıklar yüzünden günümüzde cehennemi yaşanmaktadır.
Bugünkü yazımda nazar-ı dikkatinizi, ülkemizin tarım sorununa celbetmek istiyorum.
Konumuza tam yoğunlaşmadan önce müsaade ederseniz söylemek istediğim birkaç şey var.
Yıllar sonra tekrar yazı yazmaya karar vereli yaklaşık bir buçuk ay oldu. Yazdığım ilk makaleden itibaren (bu 8’inci) gönderdiğiniz tebrik mesajları, mailleriniz ve kıymetli yorumlarınız için her birinize ayrı ayrı teşekkür ederim. İlginize minnettarım...
Özellikle Van’ın sorunlarını yazmam, sizler tarafından destek gördüğü için, doğru bir iş yaptığıma bir kez daha inandım. İyi ki varsınız…
Geçen haftaki “Zengin Toprakların, Yoksul Çocuklarıyız” başlıklı yazımda yanlış politikalar ve kontrolden çıkan maliyetler yüzünden tarımda geldiğimiz duruma isyan etmiştim.
Makalede bir de aşk hikayesi vardı. Tarımla ilişkilendirdiğim. Van’da yaşanmış gerçek bir aşk hikayesi.
Bu yazıya değerli iş insanı Yahya Karakuş, ‘Tarım bir bilinçtir, bu bilinç toplu bir seferberlik ile olur, bunun için güçlü bir irade veya aşk hikayelerine ihtiyaç var’ şeklinde yorum yapmış.
Açıkçası bu sözler beni, Elif Şafak’ın Aşk Şeriatına, oradan da Tarım Şeriatı başlığına götürdü. Yahya Bey’e kıymetli yorumu için tekrar teşekkür ederim.
Gelelim Tarım Şeriatına…
Toprak beslendiğimiz ana kaynaktır. İnsan nesli, ilk çağlarda toplayıcılık ve avcılıkla sürdürdüğü ilkel hayatını, toprağı işlemeyi keşfedince yerleşik hayata geçerek düzene sokmuştur. Medeniyet, topraktan doğmuştur.
Bu doğum, çağlar boyunca gıda ihtiyacımızı karşılamış, teknolojinin, sanayinin, bilimin gelişimine zemin olmuştur. Teknoloji ve bilim ise tarımda verim artışına.
Binlerce yıllık tecrübe, bilim ve teknoloji tarımda “kurallar bütününü” yaratmıştır.
Günümüz dünyasının sanayi devi büyük devletleri, bilgece bu kurallara uymaktadır. Tarıma çok büyük bütçeler ayırmakta, Ar-Ge çalışmalarını aralıksız sürdürmektedir.
Peki geçmişte (maalesef geçmişte kaldı) tarımsal alanda kendi kendine yetebilen dünyadaki 7 ülkeden biri olan Türkiye ne yapmaktadır?
Açıkçası bu hususta sayfalarca yazmak isterdim. Ancak özetle,
“Geçmişte ürettiğimiz ve ihraç ettiğimiz hemen her şeyi ithal eder olduk”, desek yeridir.
Girdi maliyetleri binlerce kat artmış, üreticinin beli bükülmüş, mazot, tohum, gübre, ilaç ve işçilik maliyetlerindeki artış korkunç boyutlara ulaşmıştır.
2003’te mazot 1,5 TL, 1 kg buğday 1,10 TL iken, günümüzde mazot 44 TL, buğday alım taban fiyatı 9,25 TL olmuştur. Yani buğday fiyatı 6 kat, mazot fiyatı tam 30 kat artmıştır.
Bugün en çok ithal edilen ürünler sırasıyla; Buğday, Soya Fasulyesi, Ham Ayçiçeği Yağı, Palm Yağı, Arpadır.
Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekler Federasyonu verilerine göre, 2024 yılının ilk 6 ayında en çok ithalatı yapılan kalemler arasında bitkisel yağ vardır.
Akıl alır gibi değil. Türkiye nasıl bu hale geldi…!
Nasıl mı ?
Binlerce yıllık kadim geçmişe, evrensel gerçekliklere ve bilime aykırı hareket ederek! ‘Ananı da al git’ zihniyeti ile.
Oysaki çiftçi anasını da alıp gitmeden önce, 7 bölge 7 iklim vatanımızın zengin topraklarının Akdeniz Bölgesinde, meyve-sebze, seracılık, turunçgiller, Ege Bölgesinde zeytin, tütün, turunçgiller, Trakya'da ayçiçeği, Güney Marmara'da sebze-meyve, Karadeniz'de fındık, çay, tütün, İç Anadolu Bölgesinde tahıllar ve şeker pancarı, Güneydoğu Anadolu'da pamuk, tahıllar yetişmekte idi…
Artık çiftçi cinnet geçiriyor, yetiştirdiği karpuzu tarlasında parçalıyor, domatesi getirip asfalta döküyor, “hükümet istifa” sloganlarıyla eylem yapıyor.
Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre 2009’da 1 Milyon 127 Bin olan çiftçi sayısı, 2021 yılı sonu itibariyle 512 Bine düşmüştür. Bu, 12 yılda yaklaşık 615 bin çiftçinin işi bıraktığı anlamına geliyor.
TÜİK rakamlarında bile, tarımda istihdam edilenlerin sayısının son 19 yılda yüzde 33 azaldığı yazıyor.
Bu kayıpların tek sorumlusu 23 yıldır Türkiye’yi tek başına yöneten iktidar partisidir.
ELEKTRİKLİ TRAKTÖR NERDE ?
Hatırlar mısınız, 2019’da yeşil renge boyanmış bir traktörün önünde Cumhurbaşkanı bir fotoğraf ve tanıtım filmi çektirmişti. 32 kanal birden ‘Hamdolsun Elektrikli Traktör’ümüzün test sürüşünü Sayın Cumhurbaşkanımız yaptı diye, canlı yayın yapmıştı.
“Seri üretime geçiliyor, 20 dakikada şarj edilecek, 7 TL’lik elektrikle 5 saat tarla bağ bahçe sürecek elektrikli traktörlerimiz, sessiz ve kokusuz çalışacağı için, ineklerimiz artık sütten kesilmeyecek” diye günlerce yayınlar yapıldı.
Aradan 5 yıl geçti. Sayıştay Raporuna göre Ziraat Bankası bu projeye 246 Milyon 751 Bin TL aktardı. Her ay 100 traktör üretilecekti. Sonuç, 5 yılda 3 tane üretilebildi.
İnekler sütten kesilmeye devam etti.
TARIM BAKANI !
Mesela an itibariyle Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan binlerce Tarım Profesörü ve deneyimli bilim adamı varken, Tarım Bakanlığı koltuğunda iktidara yakın bir gazeteci oturmaktadır. İbrahim Yumaklı.
Geçmişine baktım, Aljazeera Türkiye TV’de çalışmış, bir süre Anadolu Ajansı Direktörlük görevi yürütmüş, GÜBRETAŞ'ta Genel Müdür ve İcracı Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapmış.
Gübretaş öncesi ne tarım, ne hayvancılık, ne de ormancılık ile bir işi, eğitimi ve tecrübesi olmamıştır. Bu durum bilime, ülke menfaatlerine aykırıdır.
Bakınız son dönemde bu yanlışın, kötü yönetim ve liyakatsiz atamaların sonuçlarından bir başkası ile karşı karşıyayız. İhraç ettiğimiz tarım ürünleri; özellikle yaş meyve ve sebze ile kuru meyve ve baharatlar, pestisit kalıntıları ve aflatoksin tespit edildiği gerekçesiyle başta AB ülkeleri olmak üzere birçok ülkeden geri gönderiliyor.
Bunun sorumlusu kimdir ?
SONUÇ VE İSTEM
Bildiğiniz üzere yazılarımda, salt eleştiri değil, “madem eleştiriyoruz o zaman çözüm nedir onu da ortaya koymak gerekir” anlayışıyla hareket ediyorum.
Elbette tarım çok geniş bir alandır ve hem makro, hem lokal ölçekli öneriler ortaya koymak gerekir. Girdi maliyetlerinin azaltılması, çiftçinin doğru desteklenmesi, tohum, gübre, mazot, ilaç ve eğitim desteğinin verilmesi vs. gerekir.
Açıkçası bu işler çok zor değildir. Bilimi düstur edinirsiniz, tüm sorunlar kendiliğinden çözülür. Ama önce kibirden, nepotizmden uzak, liyakate dayalı bir yönetim anlayışı ile.
Rejim maalesef bu temennimizden çok uzaklarda bir yerlerdedir.
Ezcümle, stabil bir ortamda ne yapılmalıdır diye sorulacak olursa;
Türkiye’nin tarımsal kalkınma hareketi başlatması için, 7 bölgede kolektif harekete ihtiyaç vardır. Buna kümelenme de denir.
Kümelenme; aynı coğrafyada, benzer iş kolunda faaliyet gösteren, birbiriyle iş birliğinde bulunan ve aynı zamanda birbirine rakip olan işletmelerin ve onları destekleyici kurumların bir araya gelmesi olarak tanımlanır.
Yani, örnek olarak 30 dönüm yeri olanın 30 hisse, 10 dönüm yeri olanın 10 hisse alacağı, çok sayıda üreticinin bir araya gelerek, tarlalara domates ekecekse hemen yanı başına salça fabrikası, patates ekecekse cips fabrikası kuracağı bir üretim ve birliktelik modeli.
İşin içinde üreticiye destek veren bilimsel kuruluşlar, sırtını yaslayabileceği “Devlet” olması şartıyla !
Doğru yerde doğru ürün, doğru tarım için toprak analizi yapılmalı, verimi artırmak için kaliteli tohum tedariki sağlanmalıdır. Topraktaki mineraller veya istenmeyen hastalıklar tespit edilmeli, başlangıç aşamasında tedbirler alınmalıdır.
Kısa sürede mucizeler yaratılabilir…
Ancak bu hükümet eliyle değil,
Bu hükümet eliyle asla kalkınamayacağımız, bilakis var olanı da gün-gün, ay-ay, yıl-yıl, yitirmeye devam edeceğimiz açıkça ortadadır.
Cehennemin kapılarına yaklaştıran kural ihlalleriyle…
Son söz; İlim, ilim bilmektir…