Bu günkü konumuz Tarım. Size birazdan çok şaşıracağınız ama gerçekten Van’da yaşanmış bir hikaye anlatacağım.

Birde neden bize zengin toprakların yoksul çocukları” denildiğini…

Evvela, ‘Niye Tarım’ onu anlatayım.

Teknolojik düzeyi ne olursa olsun 8 Milyarlık Dünya nüfusunun tamamı, temel besin ihtiyacını topraktan karşılar.

Mağara devrinde bilek gücü ve içgüdüleriyle hayatta kalan insanoğlu, aklını kullanmaya başladığından beri tarımsal üretim yapmaktadır.

Tarım, bizi beslemekle kalmaz, milli gelire ve istihdama katkı sağlar. Köylünün, çiftçinin refahını artırır, toplumsal huzuru korur. Sanayi sektörünün hammadde ihtiyacını karşılar, sermaye oluşturur, ihracata katkıda bulunur, cari açığı azaltır, ülkenin sigortasıdır.

Bu kadar stratejiktir. Tarım bir milli güvenlik meselesidir esasında.

Teknoloji devi ülkelere bir bakalım!

Sanılanın aksine dünyada tarıma en çok yatırım yapan devletler, aslında teknoloji devleridir. Sırasıyla Çin, Amerika, Hindistan, Rusya, Fransa, Japonya, Almanya, Hollanda, Kanada ve Avusturya…

En çok dikkat çeken Almanya’dır. Sanayi devi Almanya, dünyada en çok arpa, yulaf, çavdar, şeker pancarı, patates, meyve, lahana ve şerbetçi otu üreten 3-4 ülkeden biridir.

Bu arada Brezilya, Meksika, Ukrayna bile günümüzde Türkiye’den önde gelir. Maalesef...

Türkiye özellikle son 10-12 yılda uygulanan yanlış politikalar ve kontrolden çıkan maliyetler yüzünden, tarımı, üreticiyi bitirme noktasına getirmiştir. Türkiye, tarımda bile dışa bağımlı hale gelmiştir! Bu konuyu önümüzdeki hafta neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde etraflıca açacağım. Bugün konumuz Van.

Üzerinde yaşadığımız kadim Van toprakları, geçmişte altın çağlar yaşamış, önemli tarım merkezlerinden biridir. Bütün dünya bunu bilir. (Biz hariç)

TRABZON’DAN VAN’A GÖÇ!

 

1962’de devlet Van’da ve bölgede “Toprak Komisyonları” kurmuş, tarımsal üretim için incelemeler yaptırmıştır. Uzmanlar fiziki, iktisadi ve sosyal etütlerinde Van’ın verimli topraklara sahip olduğunu rapor etmiştir. Ve,

Trabzon’dan Van’a göç eden, bugün Özalp’ın Dönerdere ve Emek Köylerinde yaşayan ailelerin hikayesi bu inceleme ile başlamıştır. Sebep sanıldığı gibi bir sel felaketi veya heyelan tehlikesi değildir.

Konu şöyledir; Van’daki verimliliği uzmanlar eliyle tespit eden Devlet, ormanlık alanda bulunan ve yeterli tarım arazisi olmayan Trabzon’un Çaykara İlçesine bağlı Şerah Bucağı’nın Büyükköy, Hocaali, Gölbaşı, Falik Mahalleleri ve Baltacı Köyü halkını, Van’a taşımaya karar vermiştir.

Devlet yetkilileri ile köylüler arasında görüşmeler yapılmış, ikna olan 160 aile (yaklaşık 800 kişi) Van’a göç etmek için dilekçe vermiştir. Aileler Özalp ilçemizdeki Dönerdere ve Emek’e konutlar yapılarak buraya iskan edilmişlerdir. “Van’ın önemli bir değeri olan bu ailelerimiz”, olağanüstü işler başarmış, Van’a değer katmıştır.

Yani Van’ın zengin toprakları 60 yıl önce çok revaçtadır. Zaten bildiğiniz üzere kurtuluş savaşından sonra nüfusu 58 binin altına düşen Van’a, devlet Rusya’dan Burukan Aşiretini, İran’dan Kuresünnileri, Bulgaristan’dan Türkmenleri ve İç Anadolu’daki çeşitli şehirlerden yüzlerce aileyi davet etmiş veya taşımıştır. Van’ın verimli toraklarına kavuşan bu aileler bir daha Van’ı terk etmemiştir.  Günümüzde halen Van’da ve kardeşçe yaşamaktadırlar.

Bu böyle. Van çok kıymetli ve gözde bir şehirdir…

Gelelim romanlara konu olabilecek hikayemize…

Mustafa, Adanalı karpuz yetiştiricisi bir ailenin oğludur. 1990’lı yılların başında Van’ın Muradiye İlçesi’ne yolu düşer. Kimi rivayetlere göre asker arkadaşını görmeye, kimisine göre ticaret yapmaya gelir. İddiaya göre ilçeye bağlı köylerden birinden geçerken bir güzelle karşılaşır. Gönlünü kaptırır. Ailesinden ister ama vermezler.

Mustafa, sevdasından vazgeçmez, döner dolaşır 1995 senesinde ilçeye yerleşmeye ve tarım yapmaya karar verir. Muradiye’ye yakın Açıkyol Köyü’nü gözüne kestirir…

Bilenler bilir, Açıkyol Köyü Muradiye Ovası’nın kuzeyinde ve verimli toprakları, yemyeşil bahçeleri olan güzel bir köydür. Köyün hemen üst kısmından DSİ sulama kanalı geçer. Kanal arazilere göre yüksektedir. Tarlalara su vermek kolaydır. Kanalın üst kısmı ise dağın yamacı, taşlık ve kıraçtır.

Köye varan Mustafa, tarım yapmak istediğini söyler, ahaliden toprak ister.  Etrafına toplanan köylü, sulanabilir tarlalardan vermeye yanaşmaz, alay etmek için taşlık yamacı teklif ederler. Gözü kara Mustafa herkesi şaşırtır. Oradakilerin şaşkın bakışları arasında “kabul” der. 15-16 dönümlük bir kısmı cüz-i bir bedelle kiralar…

Yiğit adam, önce içinde yaşayabileceği bir kulübe inşa eder. Sonra kolları sıvar, aylarca uğraşıp taşlık yamacı ekilebilir hale getirir. Ferhat’ın dağları delmesi gibi bir şey. Toprağın sıcaklığını ve güneşi ölçer, fasulye ekmeye karar verir. Aşağıda kalan kanaldan, bin bir zahmetle su çeker, yamacı sulamaya çabalar, asla pes etmez.

Her gün gelip uzaktan seyreden Açıkyol ahalisinin şaşkın bakışları arasında, yüzlerce kilo fasulye yetiştirmeyi başarır. Satıp para kazanır Mustafa.

Mustafa bu, hiç durur mu? İkinci yıl “Tünel Sera” kurar. Domates, salatalık, biber, patlıcan, kavun, karpuz, çilek yetiştiriciliği yapmaya başlar. Ahalinin aklı durur. Dönemin Muradiye İlçe Kaymakamının kulağına gider. Mustafa’yı çağırır her türlü desteği verir. İşler büyür.

Köy muhtarı ve kardeşleri gelip ona ortak olur. Kanalın altındaki verimli ve sulanabilir geniş tarlalara geçilir. İlçe merkezinde büyükçe bir manav açılır. İş daha da büyür. Yağmurlama sistemi kurar Mustafa. Verim çok artar. Nakliye araçları alınır, üretilen sebze ve meyve sadece Muradiye’de değil, çevre ilçelere, Iğdır pazarına kadar gönderilir. Kısa sürede akıl almaz bir başarı sağlanır. 5’inci yılın sonunda Mustafa daha fazla dayanamaz, köyden ayrılmaya karar verir.

Aşkına kavuştu mu, ya da gerçekten birine aşık mıydı, bu bir dedikodu muydu bilmiyorum. Araştırmaya gerek de duymadım. Sonuçta bu, onun özeli ve hiç kimseyi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren tarafı, bu yiğit adamın 5 yıl boyunca herkesin gözü önünde bu topraklarda neler yapılabileceğini kanıtlamış olmasıdır.

Mustafa tüm çabalarına rağmen köyde bir türlü “zihniyeti” değiştiremez. Köylüyü “üretim yapmaya, çalışmaya” ikna edemez. Kimse rahatını bozmak istemez. “Azıcık aşım ağrısız başım” hakimdir. 5 yıl boyunca “Takım elbise ile tarlada ne işiniz var” diye öfkelenir durur gelen gidene!  Sonunda Açıkyol’dan taşınmaya karar verir. Gidip Iğdır’a yerleşir. Açıkyol Köyü’ndeki sebze meyve yetiştiriciliği son bulur. İlçedeki manav kısa süre sonra kapatılır.

Merhum Yaşar Kemal, sağlığında bu durumdan haberdar olsaydı, eminim doğduğu yer olan Çukurova’dan, baba toprağı olan Muradiye’ye gelen bu hemşehrisini arar bulur ve romanını yazmak isterdi.

Benim öğrendiğim kadarıyla Mustafa bir süre Iğdır’da kaldıktan sonra geçen yıl Açıkyol Köyü’ne komşu olan Balaklı Köyü’nden 50 dönüm tarla satın almış ve buraya yerleşmiştir. Kahramanımız halen orada yaşamaktadır.

Kendisini hiç görmedim, telefonda bile olsa hiç konuşmadım. Ama yaptıkları beni ziyadesiyle etkiledi. Kendisini kutlar ve buradan teşekkür ederim.

*******

Dünyadaki süper güçlerin tarıma verdiği ehemmiyeti, verimli Van topraklarına Karadenizli ailelerimizin iskan edilmesini ve Mustafa’nın bu gerçek hikayesini birleştirince, eminim siz de benim kadar hem etkilendiniz hem duygulandınız.

Şimdi soruyorum, yazık değil mi bu memlekete?  Bu topraklara…

Neden bu zengin topraklarda yoksul kaldık biz ?”  Neden ?

Bir sonraki yazımda “nedenleri” analiz etmek üzere,

Şimdilik, Kalın Sağlıcakla….