Ben Hara,
O nehir akıp durdu hayatımın orta yerine ve bu su akıp yatağını hep yadırgadı. Acelesi hep olacak nehirlere bent kurdum bazen. Biriktirmek insana özgü bir şey ya, biraz da bende biriksin istedim hayat. O nehrin biriktiği yerde ev de kurdum. Başımın üstünde duran bulutlara, güneşe, yıldızlara aldırış etmeden o nehirlerin dibinde bir ev. Kapısı kader saklayıp bir yüklemin hatırına döndürdüğümüz dünyayı bana gösteren ev.

Aklım bazen kalbimi kandırıyordu. Çoğu zaman da kalbim aklıma yalvarıyordu. Bir gün tam da her şey yeni başlıyor dediğim bir gün, üzerine çiçek ekmiş gibi yanına sokuldum. ‘Bedenim yüküme hafif geliyor’ dedin. ‘Sırtına değil, kalbine bak’ dedim. Bu söz beni de incitti. O anda kalbimi bir oyuğun ortasında bulmuş gibi kendimi çepere aldım. ‘Bunca yükün ortasında kalbimi bulmak kolay mı sanıyorsun’ dedim. Elimde bir bıçak ve bir demet nergisle sokuldum kalbimin kenarına. Dişlerimde sızı ve o bütün duran cümlelerimde kalbimi aradım. Cümle fazla geldi, sözcüğe sığındım. Sözcük fazla geldi, harfe bulaştım. Harf fazla geldi, ‘Ses’ dedim sadece. Doğumla elde ettiğim o ses, henüz kimseye bulaşmadan yol alıyorken artık birbirine karışacak olan sesler vardı etrafımda. Dünyaya bu denli meyil eden kalbim vardı artık sesin sayesinde.  Sonra durdum tam karşında ve derin bir nefes alıp ‘Bir gün sesimi unutursan şarkıyı hatırla’ dedim. Sonra sesler duydum sesinden. Sen kulağımın dibinde biriktin. Ben senin nefesinin sese dönüştüğü ilk yerde uyudum. ’Burası  benim ilk evim’ dedim.

Ben Hara,
Anaların kaderi kızlarının çeyizidir diye bir söz okudum durduk yere. Bu cümleden sonra yaşamaya ayıracağım zamanı, dünya düzelsin diye harcadım. On altı yaşındayım. Gözlerim simsiyah, boyum yüz altmış üç santim. Dört kardeşim var. Ben en küçükleriyim. Başka bir şey diyemiyorum kendi hakkımda.

İnsan dediğinden sorumluymuş, diyemediğinden de kalbi sorumluymuş. Kalbim çok sorumlu o yüzden. Burada kadın olmak az konuşmayı zorla öğretiyor. Bildiğim şeylerle anlatamadığım şeyler arasında bir uçurum var. Bu uçurum her gün içime düşüyor. 

Ben Hara, 
Yüzümün kanayan yerleri ile kalbimin acıyan yanları birbiriyle durmadan boy ölçüşüyor. Bu topraklarda kalbi acıyanlar ile hayatı kanayanlar arasında kendimi bir köprü gibi hissettim hep. Altımdan çok su geçti. 
Beni merak edin. 
Benim hikâyemi merak edin. Nasıl bir hayat sürdüğümü de merak edin. 
Hayat sürmenin bazen sürünmek ile eş değer olduğunu bilmeden, kendini yaşamış sayanların gözüne bakarak beni merak edin.

İnsan bir şans ile doğuyor. İnsan sadece doğumla değil, yaşadıkça da ediniyor. Ben de edindim boyumdan büyük şeyleri. Bu üstüme yapışan kimlik ve kimsesizlik aynı anda büyüdü. Kimliğim durduk yere birilerinin kavgasına meze olurken, büyüyen kavga kadar da kimsesizliğim büyüdü. Öyle ki bazı sabahlar bir ağacın dibinde ‘bu gökyüzü hepimizin, bu güneş ve ay hepimizin, bu uçsuz bucaksız tarla hepimizin’ derken buldum kendimi. 

Sonra ne mi oldu? Annem elleriyle nakış örer gibi ördüğü evimizin duvarlarına baktım. Bu ev bana çok şey öğretecek dedim. Pencereye yaklaştım. Evimizin küçük penceresinden en uzağa bakan yerini buldum. Oraya baktım gözümü kısarak, seni buldum bir yerlerden, otların arasından. ‘Evlerin şansına inan’ dedim sana. ‘Evlerin şansı mı olur’ diye sordum. Şarkıyı hatırladım. Sana baktım, yanı başımdaydın. Bu çivisi çıkacak dünyada ‘Sadece evlerin şansına inan’ diye tekrarladım.

İnanıyorum dedin içinden.