Vanekspres Yazarı Mehmet Sait İmren Yeni Yazısı... Yolun Kaderi 4

Ben Hara,
Evlerin şansına inandığım kadar yolların şansına da inandım. Yol ile başlayan şey durmak ile bitiyordu. Bu da yol ile evin ortak hikâyesiydi. Allah her yerdeydi. Dünya durmadan dönüyordu. Ben yürüyordum. Birimiz dursa kıyamet kopacaktı sanki. Allah neden her yerdeydi? Dünyayı bunca zaman döndüren dert neydi? Ben neyi kaçırmıştım da, ayaklarım kalbimin hep bir adım gerisindeydi? Hiç kimse durmadı. Yol bitmedi. ‘Neden kimse durmuyor’ diye sordun bana. Sustum. Sen gittin. Kalsaydın ‘İnsan kendine yakalanmamak için yürür’ diyecektim. Dünyayı ve Allah’ı sorarsın diye ödüm koptu. Sen gidince kendime konuştum.

Bazen bir cümle her şeyi sıfırlıyor, bir ömrü hiç yaşanmamış kılıyor. O anda yolsuz kalıyor insan.  Acele başlıyor. ‘Bir iyilik yapacaksan erkenden yap, kalbin seni kandırır’ demişti babam. Söze bulaşmadan yapmaktı bu. Sanırım acelem o gün başladı. Her şeye yetişeyim diye kendimden uzaklaştım. Kuyumda taş birikti. Dönüp kuyuma baktım, bu taşlar kimin eteğinden içime düştü, dedim konuşmadan. 

Dil anlaşmak içindi, anlaşılmak için değil. Burayı neden anlamadınız ki? Bunu anlayınca hiçbir şey yokmuş gibi davranmak hoşuma gitmiyordu artık. Bir şey vardı ve bunu anlamak beni durmadan kanatıyordu. Artık kanamaya da inanıyordum. Yaralarımı her sabah sarıp aranızda gezdim. Sizinle barışarak üstüme yük bindirip durdu. Bu hayatta kalmam için gerekliydi elbette. Ama neden hepimiz bu kadar kanama içinde, bu kadar güzel anlaşmak zorunda kaldık ki, hiç anlayamadım. Yol devam etti içimde.

Ben Hara,
Varlığıma şerh koyup yaşadığım sürece size sığındım. Yaşamak zorundaydım ve yaşamak zorunda olduğumu bilerek sizi seviyordum. İsteyerek bir ilişki kurmadım dünyaya dair, bilerekti.  Bu sevme biçimim, dünya ile kurduğum sevimsizliği ırgalamadı hiç. ‘Bir yanlışı bilerek yaşamak zor değil mi?’ diye sordun bana. ‘Bir yanlışı bilmeden yaşamak daha zor’ dedim. Artık biliyorum ve bildiğim şey beni ürkütmüyordu. Sabaha karşı bir tren ses çıkararak yol aldı içimde. Sürü sürü vagonlar ve o vagonların içinde insanlar vardı. Hepsi de inandıkları peronlarda indiler. Hepsini de çok güzel karşılayıp, çok güzel yolcu ettim. Herkes kendi yolunun şoförü zaten, herkes her şeyi bilerek yapıyor diye içimde cümle kurdum. Canım acıdı, örselendim, bir şey yokmuş gibi davrandım. Yol içimde devam etti.

Ne zaman içimde bir yer acısa, sana baktım Yafes. ‘Nereye gideceğini değil, yola inan. İnsan nasılsa vardığı yerin nankörüdür ve bu erdemle karşılanacak bir şeydir’ dedim. ‘Peki, olduğumuz yeri nasıl seveceğiz’ diye sordun bana. ’Varmaya inan, varmış olmaya değil, insan vardığı yeri kaybediyor’ dedim sana. Bir anda uzuvlarımızı tek tek kaybederek sustuk, sabah oldu. Hepinize günaydın dedim içimden. Hepinize günaydın.

Korkunun ecele faydası yoktu, değil mi? Böyle öğrenmiştim. Bu ecel karşımda dipdiri dururken, ben gülmeye muhtaç bir varlık gibi sofranızda olmayı bekledim. Ürkütüyordu beni bu kimsesizlik. Bu kimsesizlik aynı zamanda beni özgür de kılıyordu. İnsan nasıl olur da özgürlüğü ve kimsesizliği arasında kalır ki, diye düşündüm. Tutamadın yine kendini ‘İnsan bir şeyi çok isterken nasıl oluyordu hiç istememiş sayıyor kendini?’ diye sordun bana. ‘Sadece insanız, birinin insanı değil’ dedim sana. Kafamda bir sürü şey döndü de, ben en çok sevdiğim şeye sığındım yine. Şarkı dedim sonra. Sustuk. İnsan susmaya da inanmalıydı bazen. İnandım. Bazen yol biter de, ev olmaz diyemedim sana.

Sonra ne mi oldu? 
Bir an bildiğim her şeyi unuttum. Hayatımda kesik kesik yolar ve ellerimde örüklerim. Sana baktım Yafes. Bana bir şey de ve o şey beni bir yola bıraksın istedim.  ‘İnsan bazı yolların sonunu görmeden ölür ama o yol mutlaka sürer’ dedin bana. Bu sefer büyük konuştun Yafes. İçimden geçen yolun tınısına kulağımı eğdim. ‘Örüklerim şahidimiz olsun’ dedim. Gülümsedin iç çekerek.

Yüzündeki tebessüme inanıyorum dedim içimden.