İnsanız nihayetinde, mutlu anlarımızı kahkahalarımızla şenlendirirken; üzüntümüzü gözyaşlarıyla ödüllendirebiliriz. Yer yer sinirlenebilir, bazı anlarda duygularımızın karmaşasında kaybolabiliriz. İnsanız nihayetinde bize bahşedilmiş duyguları dolu, dizgin yaşamalıyız.

Sevinçlerimizi; parlayan gözlerle ve gülerken kapatamadığımız dudaklarımızla gösterirken; stresimizi, korkularımızı, üzüntülerimizi yerinde durduramadığımız telaşlı halimizle belli ederiz. Peki ya kırıldığımızda, yaralandığımızda ne yapıyoruz?  

Bağırmayı bilenler; kısasa kısas kırarak onarmaya çalışır, kırdıkça daha çok kırılır. Kırdıkça kapanmayacak, asla eskisi gibi olamayacak derin darbeler alırlar.

Cüzdanında parası olanlar; marka mağazalar zincirlerine saldırırlar. Avuçlarından akıttığı kâğıtlarla, acılarının da eksileceğini düşünürler. Ellerine geçirdikleri en yüksek fiyatlı kıyafetlerle sancılı yüreklerini örterek, bedenlerine yakışmayan etiketlerle güçlü durmaya çalışırlar.

Sessiz çeker acılarını bazıları; hınçlarını güzelliklerinden çıkartırlar. Ya saçlarını keserek sorunun kökten çözdüklerini sanırlar ya da aynalara yansıyan mutsuzluğu kimseler tanımasın diye gözlerinden akan hüzne aldırmadan saçlarının rengini değiştirirler.

Sevilmek, okşanmak ister kaybolanlar; yabancı bir bedende kendini bulmayı ümit ederken, nemli yataklarda kaybolurlar. Çaresizler;  devirdikçe devirir içki şişelerini, ayıkken saramadıkları yaralarını sarhoşken sarmaya çalışırlar.

Ahh insanlar… Acılarını içlerinde taşıdıklarını unutarak; yer, mekân, şekil değiştirirler. Dalından koparak rüzgârla savrulan yapraklar gibi iradesizce toprağa gömülene kadar durmadan, soluklanmadan savrulurlar.    

Hayvanları hiç gözlemlediniz mi?  Yaralı bir kedi, kanadı kırık bir kuş, korkmuş bir köpek gördünüz mü? Eğer görmediyseniz, ola ki karşılaşırsanız onlara iyi bakın derim.  Hayvanlar âlemin de cins ve tür ayırt etmeden yaralanan hayvanlar önce sessiz bir köşeye çekilerek, duygusal ve ruhsal şifaya ulaşmaya çalışırlar. Yalnızlığın, dinlendiren huzuruyla sakinleşirken yaralarının iyileşmesini sabırla beklerler. Peki, yaratılmışların içinde düşünme algısının en mükemmeline sahip olan, biz insanların kabuğuna çekilme korkusu ne diye?  

Yaralarınızdan utanmayın, yok saymaya da çalışmayın. Sorunlarla yüzleşerek savaşmayı öğrenin. Harp meydanından çıkan yorgun ve yaralı bedeninizi iyileştirmeyi bilin. Yoksa üstünü örtmeye çalıştığınız yaralarınız sinsice kurtlanarak içten içe bedeninizi kemirir. Dışı yeşilin her tonuyla hayat dolu fakat içi kurtlar tarafından kemirilmiş bir ağaç kovuğuna dönüşür bedeniniz. Haydi, durmayın; çekilin, kendinizi güvende hissettiğiniz köşenize; bir ağacın dibine, bir deniz kenarına, bir çocuğun bakışına… Size ne iyi geliyorsa onu yapın. Sevdiğiniz bir şarkıyı dinlerken çekinmeden eşlik edin, utanmadan çocuklar gibi salya sümük ağlayın. Bir kitap okuyun mesela; yaralanan kitap kahramanına üzülün. Yaralı kahramana yol gösterir gibi

kendinize yol gösterin. Usulca sarıp sarmalayın yüreğinizi;  dinlenin, sakinleşin sorunun dibine en dibine inin. Sorunu bulduğunuz yerde başından tutup zehri içinize akıtmadan uzaklara fırlatın. Yuvarlanarak, indiğiniz yerden doğrulun; sağlam ve emin adımlarla basamaklardan yukarıya çıkmanın keyfini sürün. Gün yüzüne ulaştığınızda ruhunuzun sesine kulak verin, nasıl mutlu oluyorsanız öyle yaşayın. Artık, güç siz de.