İnsanların kelimeleri bile çürür mü? Çürürmüş; hiçbir duyguya değmeden, incinmeden hem de. Benim de kelimelerim çürüdü, diyecek sözüm kalmadı. Gözyaşlarımızın rengi aynı diyordu birileri, üç gündür ağlıyorum benimkiler şeffaf, duru oysa onlarınkiler griydi. Değilmiş işte, aynı değilmiş. ‘‘Yüreğim coğrafyamdır’’ diyordu şair, peki benim yüreğim hangi enkazın altında? Hangi şehrin göçüğünün altında kurtarılmayı bekliyor? Hangi çaresizliğin yaşında? Gözlerim un ufak, ellerim bir birine değmeyecek kadar karanlık. Hücrelerim; kendinden nefret edecek kadar soğuk. Benliğim; kendi yıkıntılarının arasında savaşta. Tekrar yenilensen gölge oyunu oynar gibi, sen aydınlansan, ben karanlıkta kalsam.

Zaman o geçmeyen, bitmeyen muamma. Oysa saat aynı çizgideydi değişmedi, değişecek gücü yoktu. Biz değil miydik hiç zamanı olmayan? Dakikaların peşinde koşan, kendi hayatına yön vermeye çalışan. Bir birimize ayıracak zamanımız yoktu çoğu zaman, bir çay içme sözünü hep erteleyen de bizdik. Toplumsal çalkantılar için de bir birimizi yalpalayanda bizdik. Şimdi sana milyon özür, sana milyon sevgi sözcüğü göndersem yaraların kapanır mı? Döktüğün gri gözyaşlarının telafisi olmaya çalışsam, diner mi? Çaresizim, kızgınım, hiç bir şey yapamayışıma, en çokta sessiz, sedasız günlük ömrüme su serpişime.

Yorgun bedenime şubatın yorganını çekiyorum, her ilmik beni boğmak ile meşgul. Uyursam ölürüm, diyecek kelimeyi aldınız benden. Birer yolcuyduk aynı evrende, yol ayrımı bu kadar erken mi olur? Bu kadar çok mu olur? Hanginize sıralı kelimeler yazayım ve hangi birinizin yasını tutayım? Ömür dediğin o zamanın içine sığınan birkaç sayıdan ibaretti, tüm zamanı, tüm sayıları beraberinizde götürdünüz. Duygularım kilitli gibi, açığa çıkarsa suç işlemiş olacak, kendi kirpiğinde sancılı. Dudağımda bir dua, yüreğimde biriken sözcükler tamamlamıyor kendini, vicdanım sızlıyor. ‘‘Sana milyon gitme göndersem, gitme ne olur’’…