Biz miydik incinen sulardan geçen, yoksa sular mıydı yürek ağrımızı yoklamaya alan? Süryani bakışlarıyla nefesime dolan gazel, ben ki kendime esir almışken sığınmacı ruhumu, çoğalıyor geceye iki muhabbet arası gurbetçi kuşlar. Gecenin elli tonu varmış ve bütün hepsi yalnızmış. Ben şimdi hangisinin rotasına doğru yolculuk yapayım. Oysa en çok hikâyelerde vurulan, en sert yamaçlardan savrulun bizlerdik. Garipsemiyorum artık geçtiğim bütün tünellerin sabahı bir uyku tutmaz lığı, bir gözyaşı şelalesi.

Yezidi bir kızın yazmasında ki yalnızlıktım ben, çürümüş göz pınarlarını sıkı sıkı örtmeye çalışan. Yüzümün coğrafyasını paylaşma dedi; tamam dedim. Çaresizliğinin coğrafyasını paylaşayım dedim. Ben sende bütün acıları yoklarken, sen bende eşikte duran hüznüme ortak ol dedim. Kardeş olsun bir yanımız, bir yanımızda sessizce iç geçirişlerimiz. Naftalinler arasında tuttuğu geçmişine üzülüyordum belki vardı batık gemilerinde isyancı kuşları. Sözler büyüdü, gözler kırıldı, benim masalımda bana bile yer yokken kendine boşuna karakter seçme dedim. Kendi alevi ile Anka olur muydu bilmiyorum, bildiğim ardımda yarım bir asır hüzün bıraktığımdı.

Hüzün müydü en çok yakışan, yoksa yakıştığı için miydi hiç çıkartmak istemeyişimiz? Yüküm diye yanımda taşıdığım hayal bahçem hunharca kullanılmış gibi param parça. Oysa ömürdü tüm yüküm, bir avuç diye ellerimi açıp gösterdiğim. Ayın gölgesine sığınan ruhumun kırıntısı; kaçıncı yalnızlıktı yanına bağdaş kurduğum ve kaç asırdı dörtlükler sıraladığım? Gecenin penceresinde ay, yüzünü sürmüş denize, şiir açmış gece. Ben gecenin sessizliğine sığınırken, neden gece benim sensizliğime sarılır? ‘‘Ayak izlerimi bırakıyorum kum tanelerine takip edersen kalp ağrılarımı ezme’’…